Bir yıl daha geçti

A -
A +

Başbakan'ın, Amerika seyahatinden dönüşümün sabahı doğum günümdü. Yılın en uzun gecesi, belki de en soğuk gecesinde doğmuşum. Güneş'in Oğlak Burcu'na girdiği, kış mevsiminin başladığı gündü; 21 Aralık... Bir kış daha sessizce kapıları çaldı. Ben, bir yaş daha ihtiyarlardım... Bir yıl daha gelip geçti... * Annemi telefonla aradım... -Beni doğurduğun günü hatırlıyor musun? -Nasıl unuturum ki? dedi... Ardından ilk defa doğduğum günü anlattı; - Kar öyle yağıyordu ki, evlerin damlarına karlar öyle birikmişti ki, her ev bir dağ gibi duruyordu... Gece sancım başladı... Genç bir gelindim. Üşüyordum... Sancılarım kıvrandırıyordu beni. Kimseler duymasın, uyanmasın diye bağıramıyordum. Sandım ki, güneş bir daha doğmayacaktı. Gün doğmadan doğdun. - Ağladım mı? 'Hiç ağlamadın, sessizdin' diyebildi. * Kırk iki yıllık filmi geriye doğru sardım... Hatırlayabildiğim güne kadar... Babamın anlattıkları aklıma düştü... Dedem Mustafa Bey genç yaşta ölür. Ailenin yükü babamın sırtına bir dağ gibi yıkılır, daha on beş yaşında... Yokluğun kol gezdiği yıllardır. Herkesin kendi yağıyla kavrulduğu günlerdir. Kimse kimsenin elini tutamıyor... Ekmeğini komşusuna veren kendini açlığa mahkum ediyor... Çünkü, kışlar altı ay sürüyor... * 'Babamın bavulu' olmadı ama yıllardan beri gönlünde taşıyıp durduğu bavulunda; az, çok ne var, ne yok bilirim. Yaşanmayan değil, yaşanmış acıların öykülerini bilirim. Anlatmaya kalkışınca kelimeler ağzından demir bir külçe gibi dökülürdü. Bahçedeki mor dut ağacının altına gider, ağlardı. Gözyaşlarına şahit oldukça, suya çakalların, kurtların indiği gibi, bir alevin yüreğime düştüğü gibi, erirdi içim... * 'Dünya melundur. Dünya bölücüdür. Dünya yalanın ta kendisidir. Dünyaya dalan öteki taraftan biraz zor çıkar' sözlerini, yalan dünyada tanıdığım, gördüğüm tek hakikat abidesinden duyunca, babamın anlattıklarını hatırladım. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdir. Yol yok, su yok... Kara kış geceleridir... Kurtlar, çakallar iner köye. Kapılara dayanır. Dedemin öldüğünü kimseye haber dahi veremez... Dışarıda kurtlar, kar ve fırtına var... O karlı günü babam kısaca şu sözlerle özetlemişti; 'Babam öldüğünde çocuktum... Karlı bir günün öğlen vaktinde kardan bir mezara gömebildiğimizi unutmuyorum. Dünya başıma yıkıldı sandım. İşte o gün bugün, yalan dünyadan nefret ettim, güvenmedim ve düşman kesildim.' * Ben, işte o mor bir dut ağacının altında ağlayan adamın evladıyım. Başka 'bir şey' değilim. Ama, kimseler duymuyor. Kimseler bilmiyor. Kimseler inanmıyor. Bir kış daha sessizce kapıları çaldı. Ben, bir yaş daha ihtiyarladım. Bir yıl daha gelip geçti... Vakit çok geç olmadan, yıllar gelip geçmeden ve ölüm döşeğine düşmeden, gelip geçen yılların muhasebesini yapma vaktidir... Sonuçta, geldiğimiz, doğduğumuz yerlerin bir önemi yoktur aslında... Nereye doğru gittiğimizin bir öneminin olduğunun farkına varabilsek dahi, yeter bize...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.