"Yeni mevzilere geldiğimiz zaman eşyalarımın düşman eline değil de bizim erlerin eline geçtiğini 86. Alay'daki tabur komutanlarından Tembel Osman Bey'den öğrenmiştim. Muharebe durumu olduğu için kayıp eşya işini takip edemedim. Bulacağımdan da zaten pek ümitli değildim. Bulununcaya kadar üç dört gün aç susuz ve yataksız kaldım." Sarıkamış'tan Esarete adlı hatıralarında bir dönem büyük bir savaşın dramını ve karanlıkta kalan insani ve vicdani yanlarını anlatan Tuğgeneral Ziya Paşa çarpıcı ve ağlanacak hikâyeler anlatmakta... Devam ediyor; -Bizimkiler ise korkularından ve utançlarından yanıma gelmiyor, hiç olmazsa suçlarını, toplayacakları yiyecek ve içecekle affettirmeyi bile düşünmüyorlardı. Kim bilir şehit veya yaralı esir olmamı istiyorlardı. Nitekim istedikleri de çok geçmeden başıma geldi. *** Tuğeneral Ziya Paşa'nın hatıralarını okurken bir savaşı neden bu kadar hezimetle, hüsranla kaybettiğimizi de anladım... Diyor ki; -82. Alay 2. Taburu'nun Çiftemermeler Tepesi bozgunu sırasında bizim Alay, Karargah Komutanı tarafından kaybedilmişti. Karargah Komutanı Faruk, düşman bastı haberi üzerine yükleri bırakıp kaçarken benim sandığı da terk etmiş, soluğu Sarıkamış'ın 4-5 kilometre batısındaki Kızılkilise'de almıştı. Böyle korkak komutanları da varmış bir savaşın. Ve böyle askerleri de... Ama 90 bine yakın da 'Buzdan adam' olacak şekilde donacak yürekleri de... *** Devam ediyor Tuğgeneral Ziya Paşa; -Ayaklarımın üşüdüğü bir sırada hem ayaklarımı ısıtmak, hem de ormanlarda olup bitenleri anlamak üzere yakınımızdaki ormana girdim. Keşke girmez olaydım. Dolaştığım yerlerde can çekişmekte olan birçok yaralıya rastladım. Bunlardan bazıları sönmekte olan bir ateşin başında yatıyor, bazıları çamların dibinde ah of ediyor, bazıları da iki üç kişi bir arada pelerinlerine sarılı bir vaziyette son dakikalarını yaşıyorlardı. İşte bundan sonrası çok önemli... Devam ediyor Tuğgeneral Ziya Paşa; -Beni gördükleri zaman 'Aman efendim sen bilirsin bizi buradan kaldırt donacağız' diye sızlanıyor, bazıları bir lokmacık ekmek istiyorlardı. Yanlarına gittim, yüzlerini okşadım. 'Şimdi gider sedyecileri bulur sizi buradan kaldırtırım' gibi kuru teselli sözleri söyledim... Tuğgeneral Ziya Paşa bir savaşın muhasebesini işte bu manzaraları görünce yapar; "Tedbirsizliğin, çılgınlığın kurbanı olan bu masum gençlerin hayatlarını kim ödeyecek, nasıl ödenecek diye içimden düşündüm." *** Okuduğum zaman tüylerimi diken diken eden ise şu paragraf oldu; -İçten yaralanarak dolaşırken birkaç kara kalpli askere rastladım. Bunlar ölmeyeceklermiş gibi, sinsi sinsi şehitlerin üstlerini, ceplerini karıştırıyor ne bulurlarsa aşırıyorlardı. Bunların felaket bekleyen canavarlardan farkı yoktu. Bazı erler de ormanın kuytu yerlerine çekilmiş, tüfeklerini bir yere dayamış, çam dibinde ateş yakmış, çantalarından çıkardıkları kavurma ekmekle karınlarını doyuruyorlardı. *** Demek ki ihanetin ve çapsızlığın ve soysuzluğun mevcudiyeti her devirde, her yerde, her savaşta, her kurumda, her şirkette mutlak vardır... Allahüekber Dağları'nda 90 bin 'Buzdan Adam' ın içerisinde bile olduğuna göre artık çok uzaklara gitmeye gerek bile yok... Her devirde 'Buzdan Adamlar' da var... Varolacaktır da... Tozdan, tuzdan ve hikâyeden adam diye geçinenler de olacak... Mesele, ayırt edebilmek... Ayırt edeceklerin 'Adil' olabilmesi bu karışıklığın önüne geçebilmesi için ve at izinin it izine karıştığı dünyada zaferler kazanabilmek de zordur... Savaşabilmek de... O asker ki o günden bugüne ve hatta taa asırlardan beri kurşun yemekte... Ama içeriden ama dışarıdan... Lakin bilinmeli ki, 'Buzdan Adamları' her zaman varolacaktır... Bu manzaralar karşısında hayrete düşen Tuğgeneral Ziya Paşa; -Canavar ruhlu olanları ayıplayarak siperlere sürdüm. Ekmek yiyenlere karınlarını doyurduktan sonra muharebeye koşmalarını söyledim. İkindi ile akşam arası batıya bakan tepedeki yarım metrelik bir kayanın arkasında, terk edilmiş, içi boş iki çantanın üzerinde oturarak raporumu yazdım. Bu sırada başıma 100 okkalık bir topuzun indiğini sandım. Başım yanıma düştü. O anda şimşek süratiyle aklımdan üç şey geçti; Ölüm, Kelime-i Şahadet getirmek, parmaklarımı oynatmak... Sözün bittiği yerdir bazı anlar... 90 bin Buzdan Adamın hikâyesini taş kitabelere yazıp asmalı... ..... * Sarıkamış'tan Esarete-Remzi Kitabevi