Derlerdi ki; eğer bir gün dağlarda pusu kuran eşkıyalar, kentlere inerse... Yiğitlik geçer akçe olmaktan çıkmışsa... Hainler sadakate, sadıklar ihanete zorlanmışsa... Ve hainler kuru başlarını artık bir adam gibi gezdirirse... Kentlerde kalan üç-beş yiğidin bileği kelepçelenmek istenirse... Kelepçeden kaçan yiğitler, 'oklarını kırıp dağlara çekilirse'... Yiğitler dağları mesken tutmuşsa... Eller tetikte titreyerek eşkıya beklerse... Kentlerin mevsimi belirsizdir gülüm, çoktur yalanı dolanı... Dağlara çıktı artık, senin ve benim tanıdığım yiğitler... * Derlerdi ki, kentteki yiğitler dağlarda, sevdalarına buz gibi sıcağa hasretse... Ve doğup büyüdükleri kentleri dağlardan seyrediyorsa... Ve kuruyan avuçlarda son bahar da alıp başını çekip gidiyorsa, deli rüzgârlar da gidişlere eşlik ediyorsa... Yiğitliğin türküsünü al kana bürünmüş dudaklar söylüyorsa, sarı gazeller güneş ile birlikte göç ediyorsa ölülerin yurduna... Kentlerin mevsimleri belirsizdir gülüm, çoktur yalanı dolanı... Dağlarda kaldı senin ve benim tanıdığım yiğitler... * Derlerdi ki, yiğitlik yerini kara bulutlara bırakıyor ve kara bulutlar bir gece yarısında ansızın kentlerin üstüne çöküyorsa... Şimşekler çatıların üzerinde bir ateş kıvılcımı gibi çatırdayıp duruyorsa... Ve fırtınalar ıslığını çalmaya başlıyorsa... Kar tanelerinin eli kulağındaysa... Dondurucu soğuk kapılara dayanıyorsa... Havadaki sis bir kurşun gibi dolanıp duruyorsa... Gökyüzünde masum gibi duran yağmur yüklü gri bulutlar kentlerin üzerine doğru alçalıyorsa... Kara kışlar kapıya dayanmışsa... Kentlerin mevsimleri belirsizdir gülüm, çoktur, yalanı dolanı... Dağlarda kaldı senin ve benim tanıdığım tüm yiğitler... * Son yiğit de, çekip gidiyorsa bir bilinmez dağa... Dağlarda kalmışsa yiğitlik... Kentlerde yaşama ve yaşlanma vakti bitti artık demektir, gülüm...