Londra'dan sonra memleket Elazığ'dayız... Türkiye'nin çeşitli kentlerinde hakim, savcı, avukat, doktor ve eğitimci dostlarla bir araya geldik ve güya hasret giderecek iken, nasıl oluyorduysa kendimizi bir ülke meselesinin içinde buluyorduk. Açılım, güneydoğu, yeni bir anayasa tartışmaları ve hukuk üzerine çok soru sorulmaya başlanınca eğitimci dostlarımızdan Mehmet Ağabey, Temel fıkraları gibi Elazığ'da dilden dile dolaşan deli hikâyelerinden birini anlatarak ülkedeki insanların halet-i ruhiyesini tarif etti... * İki deli geceyarısında hastaneden kaçıp Gülmez tepelerine çıkar. Işıl ışıl yanan kentin ışıklarını seyreden iki deliden biri iç çekip; 'Şimdi bir Kangal sucuğu olsa da yeseydik!' der. Diğeri 'sen bekle' diyerek kapalıçarşıya gider. Kasabın vitrinindeki asılı duran sucuklardan birini alabilmek için elindeki demir çubukla cama vurur. Olanlardan habersiz gece bekçisi ise tesadüfen delinin karşısına çıkar. Deli hemen vitrine sırtını döner ve kırılan camın görünmesine engel olduktan sonra demir çubuğu omuzuna koyup keman çalıyor gibi yapar... Bekçi dayanamayıp sorar; 'Ne yapıyorsun?' Deli gayet sakin; 'Görmüyor musun keman çalıyorum da!' Bekçi gülerek; 'Ama sesi çıkmıyor!' Deli kızarak; 'Sesi de sabaha çıkacak!' * Bu ülkede her değişimin, her projenin altında mutlaka bir Çapanoğlu arayan insanlar artık kurumlara, kişilere, liderlere, yönetenlere, muhalefete, medyaya hiç mi hiç güvenmiyor... Yazılana, çizilene ve konuşanlara inanmıyor... Çünkü ne zaman hayal kırıklığına uğrasa deli yerine konularak, zekâsı aşağılanarak yıllarca 'dün dündür, bugün de bugündür' denilerek alay edilmiş! Değişimlere ayak uyduramadığından dolayı da suçlanmış... Bu yüzden kamuoyuna taslak halinde sunulan her projeyi, her sözü ve her vaadi delinin keman çalışına benzetiyor halk... Sesinin de sabah bir yerlerden çıkacağına inanıyor... Sabah olmadan da karar veremiyor...