80 kuşağının en büyük derdi bir üniversiteye girebilmekti... ÖSYM kuyruğunda bekleyenlerin sayısı milyonu aşınca, devlet farklı bir politika izlemek zorunda kaldı... O da; eğitimi özelleştirmek... Kuyrukta bekleyen milyonlarca işsiz, umutsuz ve hayalsiz gencin sokaklarda dolaşması hem aileleri, hem de devleti mutsuz ediyor! Bu gençler ya suça karışıyor, ya da bir terör örgütünde var olabilmenin savaşını veriyor... O dönemlerde milyonlarca 'delikanlı' kahve köşelerinde bir iş bulabilme umuduyla gün tüketiyordu... Boş gezen gençler evlenemiyor, geleceğe dair hayal kuramıyordu... Ülke, liberalleştikçe zengin aileler çocuklarını Avrupa ve ABD'nin paralı üniversitelerine göndermeye başladı... Daha sonra da KKTC üniveristelerine... Devlet baktı ki, büyük bir döviz dışarı gidiyor... Ve ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerden mezun olanlar iş bulamazken, parasıyla yurt dışında okuyanlar döndüklerinde hemen iş bulabiliyordu... Çünkü yabancı dil biliyordu... Devlet bu işe uyandı... Bu çarpıklığın önüne geçebilmek için vakıflara özel okul ve üniversite kurma yetkisi verdi... Büyük bir müşteri, yani öğrenci potansiyelini görenler eğitim sektörüne yöneldi. * Eğitime ilk yatırım yapanlar oldukça ciddiydi... Ama eğitimden haberdar olmayan tüccarlar ise apartman dairelerinde açtıkları üniversitelerden para kazandıkça, öğrenci sayısı arttıkça gösterişli binalara geçmeye başladı... Sanki, üniversite gökdelende olunca eğitim daha iyi oluyor gibi... Ve gittikçe holdingleşti... Yetkisiz ve etkisiz, göstermelik mütevelli heyetine saygın isimleri dahil ederek işi büyüttüler... YÖK ise gelene, gidene üniversite açma yetkisi verdi... Ne eğitim kadrosuna, politikasına, nasıl uygulandığına ve ne de çalışma sistemine bakılmadan açılan üniversiteler âdeta bir dershane gibi çalıştı, hâlâ çalıştırılıyor... Bir ülkenin başbakanından daha çok ekranlarda boy gösterenlerin sözlerine baktığınızda ise okulun reklamından başka elle tutulur bir şey yok... Bir şehit çocuğunu veya bir fukara genci okutmaya gelince de kırk dereden su getirirler... * Âdeta fabrika, reklam ajansı ya da özel televizyon gibi işletilen bu üniversitelerin uluslararası arenada tek bir akademik başarısı yok... Diploma vermekten öteye gitmeyen, başarısızlıklarını ise reklam ve piar çalışmalarıyla örtenlerin eğitim kadrosu ise ders vermekten çok, televizyonlarda 'cırcır' ederek okul reklamı yapıyor... O kanallara ise dış prodüksiyon şirketlerine para vererek televizyonlara çıkılıyor... RTÜK ise bunları gizli reklamdan, bakanlık ise haksız rekabetten saymıyor... Bir başarısıyla, bir proje geliştirmesiyle gündeme gelmiyorlar, başarılı olduklarını iddia ederek öğrenci adaylarını etkileyip okullarının tercih edilmesini istiyorlar... Ne acı ki, dünyanın ilk 500 üniversitesi açıklanıyor bunlar arasında bir tek Türk üniversitesi de yok! Bu çelişki hâlâ kimseyi uyandırmıyor! Neden? Salı günkü yazımda ifade etmeye çalışacağım...