Beşiktaş Başkanı dostum Yıldırım Demirören'in daveti üzerine geçen hafta Frankfurt'ta süper kupa maçına gittim... Geçen yıl çok acı çekti Başkan Demirören... Bel ağrılarından çektiklerinin şahidiyim. Ancak ne yaptıysa tribündeki bazı taraftarlara yaranamadı... Maçın sonucuna göre tavır ve duruş sergileyen bir taraftar ve muhalefeti hiç eksik olmayan bir kulüp olmayı sona erdirmeye çalışan Başkan Demirören'i her geçen gün daha iyi anlayabiliyorum. * Gördüklerim, duyduklarım karşısında bir daha anladım ki, sporun en talihsiz yanı herkesin 'sonuç insanı' olması... Uçakta giderken yapılan yorumlara bakın; -Galatasaray oturmuş bir takım, bu yüzden yeniliriz... Nobre hikâyeden bir futbolcu, Nobre'ye top taşıyacak adam yok kanatlarda... Yıldırım Başkan bu defa gidici... Artık bırakmalı... Kaleci hikâye... Transferler isabetli değil... Sergen bırakılmamalıydı... Yorumları dinledikçe kendime sordum; bir taraftar izlemenin keyfini sürmek yerine, kafasını yormayı ve boş konuşmayı neden tercih eder? Sporda herkes teknik direktör... Herkes başkan... Herkes futbolcu... Tıpkı herkesin siyasetçi olduğu gibi... * Maça giderken uçakta yaptıkları konuşmayı unutanların dönüş yolculuğunda süper kupaya dokunabilmek için yarıştıklarına da şahit olunca; pes doğrusu dedim... Acaba THY'nin dağıttığı bedava şarabı giderken mi yoksa dönerken mi fazla kaçırdılar? diye düşündüm. Giderken felaket tablosu çizenlerden, dönüş yolculuğunda takımın galibiyetine ortak olanlar da vardı; -Ben gelmeseydim kesin yenilirdi... Sonunda dayanamadım: - Senin geldiğin her maçı Beşiktaş kazanıyorsa niye giderken iki saat boyunca moralimizi bozdun... Giderken kaybedeceğiz yerine kazanacağız deseydin ya! * Futbolun adaletinin olmadığını bir kez daha anladım... Dünü olmayan çamurdan bir saha... Kimsenin temiz kalamadığı bir alan... Tribündekiler ise daima kazananı alkışlıyor. * Maçtan önce Frankfurt sokaklarında Galatasaray ve Beşiktaş formalı yüzlerce taraftarın el ele dolaştıklarını görünce sormadan edemiyor insan: -Türkiye'de neden bu manzaraları göremiyoruz? Neden taraftarlar maçlara döner bıçakları ile gitme ihtiyacı hisseder? Bu sorunun cevabını aslında herkes biliyordu... Ama yine de cevabın etrafında dolanıp durmaları işlerine geliyordu... Ülkemizde futbolun düştüğü duruma bakalım... Mafya babaları -açık kapılar ardında- pazarlık yapıyor... Hakemlerin düdüklerine tehdit mesajları fısıldıyor... Şike sözleri artık iddia olmaktan çıkmış, pazarlığa ait telefon konuşmaları gazetelerde yayınlanıyor. Herkes herkesi göreve çağırıyor da, ortada görev yapan da bulunamıyor... Madem, hukuki bir yaptırımı olmayacaktı, o halde kim neden dinledi bu telefonları? Konuşan kulüp başkanları. İddiaların üzerine gideceğini söyleyen Futbol Federasyonu... Hakem oyunları... Futbolcuların rezaletleri... Maç almalar... Maç satmalar... Kısaca herkes ağzına kadar çim sahaların bataklığına gömülmüş... Yazık... * Dünü olmayan futbolun acımasız birçok yanına alıştık da, dün yapılan adaletsizliğin, hırsızlığın ve iki yüzlülüğün bari bugün bir cezası olsa... Madem açık kapılar ardında maçların sonucu belirleniyor, ne gerek var bu kadar yüklü paralarla transfer yapmaya... Mahalleden toplayın birkaç tane topa vurmasını bilen adam, olsun bitsin... Ülkemizde sporun artık bir rant... Bir prestij... Bir makam... Bir çiftlik... Bir derebeyliği... Bir nüfuz... Bir kılıf... Ve hepsinden en önemlisi bir baltaya sap olamayanların, bir baltaya sap olma yeri olmaktan çıkartılma zamanı gelmiştir... Yoksa maça çıkmadan maçı satan bir futbolcuya Başkan Demirören ne yapsın? * Düdüklere fısıldamayı iş edinenlerin işine artık son verilmeli... Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy da diyor ki; -Futbolda artık yeni bir sayfa açılacak... Hadi bakalım...