Bir cumartesi günüydü... Gün kararmak üzereydi. Tophane'deki cami avlusundaki şadırvanın kenarında genç bir adam sessiz sedasız oturuyordu... İnsanların camiden çıktığını gören genç adam, pantolonun paçasını aniden yukarıya doğru çekip protez bacağını kalabalıklara göstermeye başladığını görünce şadırvana doğru yürümeye başladım... Adam bir yandan ağlıyor, diğer yandan insanların yüzlerine bakarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu... Genç adam, Arapça konuşuyordu. İnsanlara, Filistinli olduğunu söylüyordu. Ve genç adam avuçlarını açmış âdeta yalvarırcasına kalabalıktan bir ekmek parası istiyordu. * İnsanların ellerini cebine götürüp az-çok para verdiklerini görünce biraz rahatladım. Kalabalıkların dağılmasını bekledim... Onlar gittikten sonra Filistinli genç adam ile konuşmaya başladım... Filistinli genç adamı uzun uzun dinledikten sonra biraz para verdim ve nargileciler sokağına geçip bir gazeteci dostum ile buluştum... Yol boyunca düşünmeye başladım... Fildişi kulesine çekilen aydınlarımızın, Filistin denilince yıllardan beri bu ülkenin tüm mangallarında kül bırakmadıklarını hatırladım... Filistin denilince öfkelerine yenik düşen kalabalıkların nerede olduğunu düşündüm... Meydanlarda bayrak yakarak meseleyi çözdüklerini zannedenlerin, cami avlusundaki Filistinli dilenciden haberlerinin olup olmadığını merak ettim... * Sahi neredeydiler? Nereye gitmişti o kalabalıklar? Filistinli dilenciyi kimseler görmemiş miydi? Bir cumartesi günü, gün kararmak üzere iken şadırvanın kenarında oturan, kaybettiği bir ayağını açıp protez bacağını kalabalıklara gösteren ve bir ekmek parası için avuçlarını açan o Filistinli genç adamı hiç unutmayacağım... Kendi toprağında merhamet dilenen bu insan, bizim topraklarda ise bir ekmeğe muhtaçtı... Dileniyordu... Bir cumartesi günüydü... Gün kararmak üzereydi...