Bir dostum demişti ki; -İçinden nehir geçen ve üzerinde köprüleri olan, sokaklarında sessizliğin kol gezdiği kentleri gezmeyi seviyorum. Viyana, Prag ve Budapeşte gibi... Çünkü, insanı dinlendiriyor... Kente ait bütün pislikleri alıp götürüyor... Sormuştum; - İçinden Dicle geçen Diyarbakır, Bağdat, Nil geçen Kahire bu tarife neden uymuyor? Demişti ki; - ' Oralarda sokaklar sessiz değil ki!' * Şam, Amman, Bağdat, Beyrut, Halep ve Tahran gibi daha nice Orta Doğu kentlerinin sokaklarını gezdiğinizde, kahvehane ve lokantalarına girdiğinizde büyük bir velveleye şahit olursunuz... Bağdat'ta diplomat olan bir dosta, velvelenin nedenini sorduğumda unutamayacağım şu cevabı vermişti; -Anlaşamıyorlar da ondan! Evet, herkes birbirine bağırıyor... Güya derdini anlatmaya veya anlaşmaya çalışıyor... Kafanın içinde bilgi, kalpte duygu olmayınca kelimeler ağızdan yüksek sesle çıkıyor ve büyük bir öfkeye dönüşüyor... * TBMM'deki komisyonda görüşülen eğitim yasasının nasıl kararlaştırıldığına şahit olduk... Günlerce bağırıp çağırdılar... Bağırarak birbirlerine fikirlerini anlattılar... Konuşarak anlaşmayı başaramayan büyükler, küçükleri ilgilendiren bir yasa çıkarttılar... Bu ülkenin geleceğine imza atanlar ve şekillendirenler gırtlak gırtlağa geldi... Aynı dili konuşmamıza rağmen anlaşamıyoruz... Barışamıyoruz... Sürekli savaş halindeyiz ve âdeta kavgalardan besleniyoruz... Aynı dili konuşmamıza rağmen geldiğimiz nokta burası, bir de farklı bir dil ile eğitim almaya ve konuşmaya çalışan bir kesim var... Neden? Anlaşabilmek yerine anlaşılmamak ve anlaşmamak üzerine bir köprü inşa edilmeye çalışılıyor... İçinden nehir geçen sessiz kentlerin insanları önce konuşarak anlaşmayı öğrendikleri için sokakları, kahvehaneleri, lokantaları ve yuvaları sessiz... Ve de kurumları... Biz ise gürültü medeniyetine yenik düşmüşüz...