Bu kentte; adam gibi yaşanmıyor! Yaşlanılmıyor... Ne dostluklar, ne aşklar! Aşk, şehvetten ibaret sanılıyor... Sadakat kırk sopaya çekiliyor... Sadakatsizliğin vakti ve nöbeti yok. Milyonlar, her saniye sadakatsizliğe imza atıyor. Ne vakit cinayet işleyeceği bilinmeyen kiralık katillere benziyor. Kötü bir akıbet gibi yürek kapılarını aniden çalıyor... Yüz karalanmaya görsün... Suyun öte yakasındaki bir ak gülün koynunda aşklar kırmızıya bulanıyor... Aldatanlar, bir şey yokmuş gibi davranıyor, aldatılanlar ise kahroluyor... Kahrolanlar, ya 'okları kırıp dağlara' çıkıyor, ya inzivaya çekiliyor, ya da utanarak da olsa eve dönüyor. * Alıp başını gidenler usulca Geylani, Gazali gibi kendi inzivasına çekiliyor.. Aldatmak, ayıptan sayılmıyor. "Sahi, niçin inzivaya çekilmek isteriz ki?" diyerek aldatanlar; "Ben de bir masal çocuğu gibi oturup bir taş merdivene, yüzüm avuçlarımda susmak istiyorum kimi zaman öylece." diyerek susuyor. Ya ihanetlere göz yuman bir göze, ya da aşkın diyetini ödeyebilen bir yüreğe sahip olmak gerekiyor! * Aşklar, ay çiçek tarlaları üzerinde söken şafağın hükmü gibi sona eriyor. Yığınla açan umut çiçeği kirletiliyor... Kurda kuşa yem vakitleri dalgalar gibi durmadan geliyor, fırtınalar dinmiyor... Umuda giden geminin yolculukları bitiyor... Bir alaca karga gelip aşkları alıp götürüyor. Aldatanlar, yüreğin bir köşesinde tarif edilemeyen ölü bir yüze ait resim gibi duruyor. 'Hayallerimiz için alın teri dökmekten başka yol bilmeyişimizdendir...' diyenler ise sadakatsizliğe giden başka yollar ve yürekler keşfediyor... Eve giden yol bitiveriyor... Aldatılanlar ise kendi inzivasına çekiliyor. Velhasıl, kentlerin sokaklarında adam çok ama adam gibi aşk yaşayan yok!