Bir zamanların efsane şehri Şam'da akşamüstüydü. Ve güneş az sonra batacaktı. Savaşın korkusu adeta şehrin tüm sokaklarına sinmişti. İnsanlar bir şeyler sezmiş gibi bir şeylerden kaçıyor gibiydi. Şehirden mi yoksa kendilerinden mi kaçıyorlardı? Emevi Camii'nin yanı başındaki kahvehanede oturup insanları gözlemlerken, korkularının nedenini de merak ediyordum. Suriyeli mihmandarımıza dayanamayıp sordum; -Sence neden kaçıyorlar? Gözlerime baktı ve sessizce; "-Huzursuzluktan" diyebildi. Şehirde insanlar sürekli gelen haberleri izledikçe, dinledikçe ve duydukça huzursuzlukları bir kat daha artıyordu. Huzursuzluk beraberinde korkuyu da taşıyordu... Aklıma, Selahaddin Eyyübi'nin danışmanlarından Emir Üsame geldi. Yıllarca batı ülkelerini dolaştıktan sonra Şam'a gelir. Doğduğu yer Şayzer'e gider. Deprem olmuştur ve her yer yıkılmıştır. Ünlü eseri Kitab El İ'tibar (İbretler Kitabı) adlı eserinde gördüğü bu yıkılış ve kaçış karşısında şu satırları kaleme alır; "-Bıraktıklarımı unutan bir şehir ile karşılaştım..." Emir Üsame İbn Münkız, kendinden kaçan bir şehir bulur. 'Bırakıp gittiğin kadarız' dahi diyemeyen memleketine adeta küser. Ve Şam'ı terk edip Kahire'ye gider. *** Düşündüm, benim memleketimde bıraktıklarım neydi? dedim. Yedi tepeli İstanbul'a niçin gelmiştim? Ben, bu şehrin neyi idim? Efesi mi? Efendisi mi? Bilmiyorum. Bilemiyorum, diyenlere teslim oldum bir akşamüstü. Tek sevincim -tutunamayanlar- safında olmayışımdı. Zamanın efendisini buldum, tutundum ellerine bir akşamüstü. Sadece Şam'daki insanlar mı kaçıyorlardı kendilerinden? Ya diğer şehirler? Ya bizler? Artık, ne için kaçtığımızı bulmak zamanı gelmedi mi? diye bir daha sordum Şam'da bir akşamüstü. Ve güneş az sonra batacaktı? Bir başka şehirde ise doğacaktı...