Televizyon haberlerinde; "Özal'ın anıtmezarının elektrikleri kesildi" haberini seyrederken, hafızam, sokak lambalarının yanmadığı günlere geri götürdü... Dün; sokak lambaları dahi bu ülkede yanmıyordu. Sabahtan akşama dek, yağan karın altında, kuyrukta saatlerce bekledikten sonra küçük bir piknik tüpünü, küçük ellerimin arasına alıp sevinçle evin yolunu tuttuğum o hüzünlü günleri daha dün gibi hatırlıyorum... Şeker, yağ karaborsadaydı... Direk lambaları yanmayan karanlık sokaklarda 'kurşun adres sormuyordu' denilen günlerdi ve anarşi kol geziyordu. Birileri, bir adamın çıkıp ülkeyi karanlıktan aydınlığa taşıması gerekiyor, diyerek mum ışığıyla kurtarıcı bir adam arıyordu... * Ve bir zamanlar Özal... Ardından kalabalıklar koşuyor ve çılgınlarca alkışlanıyordu! Ülkeyi karanlıktan aydınlığa taşıyan Özal ile iki dakika görüşebilmek için nice adamlar saatlerce kuyrukta bekliyordu. Barajlar inşa ederek, ülkenin gelecekte düşeceği enerji açığını gidermek için çaba sarf eden adamın mezarı bugün karanlıktaydı. Dört yıldır ödenmeyen fatura borcundan dolayı anıtmezarın elektriği kesiliyordu! Bugün; cebinde yüzbinlerce, kasasında milyonlarca dolar taşıyanlar merhum Özal'a ne kadar borçlu olduklarını unutmuşlardı... H Vefa, gerçekten İstanbul'da bir semt adı imiş! Karanlıkta bırakılan ne ilk, ne de son adamdı Özal... Vefasızlığın tarifini yüzyıllar önce Abdülkadir Geylani Hazretleri yapmış; "Dünyada beka, halkda vefa yoktur!" Bugün, sokak lambaları yanarken, karanlıktan aydınlığa taşıdığı ülkenin çocukları ise kendi mezarını karanlıkta bırakıyordu... Bir millet; "Dün dündür, bugün bugündür!" anlayışı ile büyütülünce, haliyle filmin sonu da böyle bitiyordu!