1974 yılıydı. Temmuz ayının sarı sıcağıydı... Anadolu'nun boz dağlarını güneş kavuruyor, âdeta yaprak dahi kımıldamıyordu. Buğday başaklarının boynu eğikti. Harman zamanıydı... Buğdayları derecek gençler savaşa gittiğinden, yaşlı insanların da harman kaldıracak dermanı yoktu... Sokaklara sessizlik hakimdi... Çocukların sesinden başka, kimsenin sesi duyulmuyordu. Sanki çocuklardan bir şeyler saklanıyordu. İnsanlar yüzlerindeki hüznü gizliyorlardı... Çocuktum, anlamıyordum... * Annem ve iki kardeşim, akşam olduğunda usulca iki katlı ahşap konağın üst katındaki odaya çekilirdik... Babam karayollarında çalışıyordu. Şantiye hayatı, evimizi 'babasız' bırakmıştı... On beş günde bir gelir, beş gün kalır, yeniden işe giderdi... Yazın yol, kışın ise kar ekibindeydi... Çocuktum, anlamıyordum... * Geceler karartılırdı... Kasabada akşamlar gaz lambasının cılız ışığına mahkum gibiydi. Annem, odanın bir köşesinde duran radyoyu açar 'ajans' dinlerdi. Elinden tesbih hiç düşmez, sessizce dua ederdi. Bir akşam, gaz lambasının ışığında annemi ağlarken görünce bir dağın yıkılışı gibi yere çöktüm... Daha küçük bir çocuğum... Küçük yüreğime büyük bir acı düğümlenmişti... İçime düşen bu ilk ateşin sancısıyla çırpınıp durdum... Kime kızacağımı, annemin neden ağladığını bilmiyordum. Aklıma babam geldi... Acaba babama bir şey mi olmuştu? Dayanamayıp sordum... Ağlayarak; "Kıbrıs'ta bir gemimiz batırıldı..." dedi... Çocuktum, anlamıyordum... * KKTC Cumhurbaşkanı M.Ali Talat'ın, Lokmacı Üst Geçidini kaldırması ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ı kastederek, gazeteci Fikret Bila'ya 'Ben politik açıdan daha iyi değerlendiririm. Sayın komutan uzakta, Ankara'da; ben ise her gün buradayım. Kamuoyunun nabzını biliyorum...' sözlerini okuyunca, annemin gözyaşlarını bir daha görür gibi oldum. Başını önüne eğen buğday başaklarını, harmanı, nişanlısını, kundaktaki yavrusunu, evini bırakıp Kıbrıs'ta Beşparmak Dağlarındaki cepheye giden 'Mehmetçikleri' düşündüm... General Nihat İlhan'ın 'Kanlı Noel'de banyo küvetinde eşi ve çocuklarının şehit edildiğini ve memleketim Elazığ'a defnedilen üç mezarı hatırladım... Artık çocuk değildim, anlıyordum... * Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a, 'Biz de, komutanlar da çok uzaktaydı... Komutanlar o zaman da Ankara'daydı, neden çağırdınız? Politik olarak ya da savaşarak o zaman da halletseydiniz ya?' sorusu aklıma düştü ama kendisi çok uzaktaydı... Karartılan gecelerde, gaz lambasının ışığı altında dökülen gözyaşlarına hayıflandım... Lakin, her şey çok uzaklarda, yani gerilerde kaldı... Çocuk değildim, artık büyümüştüm ve anlayabiliyordum... Lakin 'büyüdüğüme' pişman olduğum günden beri hep kendimi teselli ediyorum...