Kırk yıl önce de kar yağardı bu ülkeye... Ve dağlara, nehirlere, ovalara, yollara, ormanlara, kent ve kasabalara... Alaca kargalar çınar ağaçlarının dallarında keyif çatarken, serçeler çatı altlarındaki oyuklarda fısıldaşırdı... Yollar günlerce kapanırdı... Dağların eteklerine yapılan tek şeritli ilkel yollardan geçen araçlar çığ altında kalır ve insanlar ölürdü. Kentlerin göbeğinde insanlar donarak hayatını kaybederdi... Çocuklar ise kızaklardan mahrumdu ama kar topu oynar, kardan adam yapar, buldukları plastik bidon ve lastik parçalarından yaptıkları kızaklarla kara kışın keyfini çıkartırlardı... Gazyağı, odun, kömür ve tüpgaz kuyruklarında ise insanlar soğuktan titrerdi... Bir yün paltoya ve deri eldivene sahip olan insanlar zenginden sayılırdı... Kentler yoksuldu, teknoloji ise yok gibiydi... Hiçbir felakete kimse hazırlıklı değildi... * Kırk yıl sonra Sibirya soğukları bize bir kez daha üşümeyi ve düşünmeyi hatırlattı... Kentler modernleşmiş, teknoloji gelişmişti ve herkesin her şeye hazırlıklı olduğu bir ülkede ve dünyada yaşadığımızı sanıyorduk... Sanıyordu ki; kar yağınca artık yollar kapanmayacaktı, uçaklar uçacaktı, trenler hareket edecekti... Çığ altında kimse kalmayacaktı... Kentlerin göbeğinde donarak ölünmeyecekti... Bacası tütmeyen ev kalmayacaktı... Yanıldıkça yandığımızı bir kez daha anladık... Medeniyetin beşiği sayılan Avrupa'da dahi 85 fakir insan modern kentlerin merkezinde donarak hayatını kaybediyordu... * Kırk yıl sonra kar yağıyordu bu ülkeye... Her yıl yağıyordu ama kırk yıl sonunda kaç kişi büyük ihmalin muhasebesini yapabildi? Dağlardan çığ yine düşüyor, insanlar yine altında kalarak ölüyordu... Ve yollar yine kapanıyordu... Belgrad Ormanı'ndaki geyiklere yiyecek götürülüyordu ama karın keyfini çıkartmak isteyen bir genç ise kentin göbeğinde on metrelik kuyuya düşüyor ve ölüyordu... Kentlerin en yaşlı kuşu sayılan alaca kargalar çınar ağaçlarından mahrum kalan kentlerin ortasındaki gökdelenlerin tepelerinde ötüşüp dururken, serçelerin nereye saklandıkları dahi bilinmiyordu... Kar yağınca kırk yıl önce ve kırk yıl sonra birbirinden âdeta farksızlaşıyordu... Modern ülkeler ve kentler yağan kara teslim oluyordu... Kırk yıl sonunda çocuklar yine kızaklardan mahrumdu... Araç lastikleri ve plastik bidon parçaları ise kızaklarıydı... Ve yürekleri büyük, boyları küçük çocuklar kar topu oynamaya devam ediyordu... Merhametten, adaletten uzak bir kafayla dünyayı yöneten kardan adamların inadına kardan adam yapan çocuklar âdeta 'siz bunlardan farksızsınız' diyerek dünyaya meydan okuyordu... Kırk yıl önce ve kırk yıl sonra aslında değişen bir şey yoktu... Kuyruk yoktu ve her şey vardı ama kimin parası varsa onlar gidip alabiliyordu... Ve bunun adına değişim deniliyordu...