Kar tutmuş dağlara bahar bile gelmeden 'güneş' gibi doğuran Mehmetçikler, elleri tetikte eşkıyaları dize getirirken, ekmek yedikleri kentlerin göbeğinde eşkıyalardan taraf eylem yapanları gördükçe, aklıma bir hikâye geldi... İtalyan yazar Lucianno düşünce suçundan on yedi yıl hücre cezasına mahkum edilir. Dört metrekarelik hücreye atılır ve demir kapı üstüne sürülür. Lucianno ise hücrede; on yedi yıl nasıl geçer, diye düşünür. Bir sabah karıncanın burnunu ısırmasıyla uyanan Lucianno, yarı sevinç yarı hüzünle ve ümitsizce karıncayı parmağının ucuna alıp; acaba bu karıncayı yetiştirip kendime dost yapabilir miyim? der. Kaybedecek bir şeyinin olmadığına karar veren Lucianno, üç yıl aralıksız karıncaya dertlerini anlatır. Bir gün karınca konuşunca, çığlıklar atarak sevinir... Diğer hücredekiler ve gardiyanlar, Lucianno'nun delirdiğini düşünür... * Karınca dostuna bildiği her şeyi öğretir. Ve on yedi yıl biter... Demir sürgülü kapı bir gün açılır ve tahliye olduğu söylenir. Hürriyetine kavuşan Lucianno, karınca dostuyla bir restoranda soluklanır. Lucianno garsona iki içeçek söyler. Garson biraz şaşırır ama dediklerini de getirir... Karınca sevincinden masada saatlerce dans eder... Lucianno bir ara garsona dans eden karınca dostunu gösterip; baksana şuna bir bak! der. Garson ise karıncanın üzerine parmağıyla basar ve ezdikten sonra; af edersiniz beyefendi! der... Hikâye şöyle bitiyordu. Lucianno için karınca on yedi yıllık bir dosttu... Bir emekti... Bir heyecandı... Garson için ise sadece masada hiç durmaması gereken küçük bir böcekti... * Vatanseverler için Mehmetçikler, bahar bile gelmeden karlı dağlara 'güneş doğuran' evlatlardı. Kalleşler için ise pusulara düşürüp öldürülmesi gereken askerlerdi... Karıncalara bile dost olan Mehmetçiklere en büyük namertliği kentlerin göbeğinde çıkan gazetelerin sayfalarında ihanetlerini kelimelere dökerek taraflarını belli eden satılık kalemler yapmaktaydı... Hiç; utanmadan, arlanmadan...