On yıl önceydi. Enver ağabey aramış ve Ömer Öztürkmen ağabeyin evine iftara çağırmıştı... Ramazan ayının ilk günüydü... Bilime dair düşünce damlalarından farklı şeyler anlatmıştı... Sonra gelenekselleşti ramazan ayında ilk iftar yemeği... Bu ramazan yapamadı, çünkü artık rahatsızdı böbreklerinden... Ve Ömer ağabeyi geçen gün kaybettik... Bir akil adamı daha kaybetti bu ülke ve bizler... Sükuneti yüzünde taşıyan ve olağanüstü nazik biriydi. Yaklaşık yirmi gün önce telefonda konuşmuş ve duasını aldıktan sonra hakkını helal etmesini istemiştim... Ve titrek sesiyle helal etmişti, ama biz şu koca kentin keşmekeşinde ve telaşında gidip ziyaret edememiştik... Burası içimde hep bir ukde kalacak... * 80'li yıllardan beri tanışmaktaydık. Kendisini hep uzaktan uzağa izlerdim... Bir İstanbul beyefendisiydi... Artık yok... O bugün ilim ve bilim ya da düşünce adamı gibi gezip tozanlardan değildi. Kapı kapı gezerek istikbal peşinde koşanlardan da değildi... Görünerek yaşamayı sevmeyenlerdendi. Konuşarak yaşamayı sevmeyen bir yanı vardı... * Televizyona hayatında ilk defa Baş Başa programımda katılmıştı ve çok heyecanlanmıştı... Heyecanın televizyondan kaynaklandığını düşünmüştüm ama programın sonunda anladım ki, kendisini bu yüce millete akıl verecek bir yerde görmekten hayâ ediyordu... İşte edep de buydu... Şimdilerin edepsizce bağırıp çağırarak fikir ifade edenlerini gördükçe Ömer ağabeyi daha çok hatırlıyorum ve o gün söylediği sözleri daha iyi anlıyorum. ... "Karıncalardan Özür Dilerim" adlı eseri üzerine yaptığımız sohbetin sonunda bir kez daha anladım ki, karıncalardan özür dileyecek bir yüreğe sahipti... Şeyh Galip'in şu mısrasını söylerdi: "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dide-i ekvân olan âdemsin sen" Nur içinde yat Ömer ağabey... Biz de belki bir gün karıncalardan da özür dileme noktasına inşallah geliriz çok zor da olsa...