Eskiden yüz yılda bir milletleri inceleyen bilim adamları, ustalıklarına, yeteneklerine göre, bazen de ikisini birbirinden ayırarak sınıflandırma yaparmış. Ebu Süleyman'ın yüz yıl önce dediğine göre: 'Zeka Bizanslıların başına, Arapların diline, Perslilerin kalbine ve Çinlilerin de ellerine indi.' * Bernard Lewis Orta Doğu'da Irk ve Kölelik adlı son kitabında 'Türkler' konusunda şu bilgiyi verir: "Cahız'a göre Çinliler sanatta, Yunanlılar felsefe ve bilimde, Araplar dil ve şiirde, Persliler devlet yönetmede ve Türkler de savaşta ustaydılar." * Ya bugün? Milletleri sınıflandırmak için değerlendirme yapılsa, acaba nasıl bir tablo ortaya çıkar? Fazla derinlere girmeden incelersek; Çinlilerin, 'geleceklerinin daima ellerinde olduğuna inandıkları için' hiç durmadan ürettiklerine... Yunanlıların, felsefe yaparak bilim adı altında 'fitne üretmeye', dünyanın kafasını karıştırmaya devam ettiklerine... Arapların, ise artık başkalarının dilini konuşup, kendilerine ait olmayan şiirleri söylediklerine... Perslilerin, (günümüz İran'ı) en usta oldukları devlet yönetme konusunda bile çöktüklerine ve ne acı ki bugün yönetildiklerine, 'nükleer inat' diplomasi saçmalığı ile savaş davetiyesini kırmızı mühürlü zarfla postaya verdiklerine şahit değil miyiz? * Ya biz? 1974'teki Kıbrıs savaşından sonra kendimiz ile savaşmaktayız. İçimizdeki 'satılmışlar' ve 'silahlanmışlar' yüzünden, gizlice bizimle savaşanlarla savaşmayı unuttuk... Savaşan daima güçlüdür. Boyun eğmeyendir. Kafa tutuşlara izin vermeyendir. İhtiyaç duymayandır. Yönetilen değil, yönetendir. * Kazandığımız savaşlar, yerini kaybedilen savaşlara bıraktı. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in bir mısrasını hatırlatıyor bize bu tablo: "Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?"