Ülkelerin doğusu gibi kentlerin de doğu ve batısı var. Kentlerin doğu yakası medeniyetten uzak tarafıyla, batı yakası ise modern oluşuyla tanınır. Kendi haline terk edilen kentlerde şimdi kalabalıklardan geçilmiyor. Eskiden kentlere ait caddelerde dolaşanlar birbirini tanırdı. Ne acı ki; şimdi kimse kimseyi tanımıyordu. Kendilerini büyüten kültürün çocuklarına çocukları benzemiyordu. * Etrafımızdakilere bunun nedenini sorarız. Derler ki, terörden dolayı civar illerden göç alınca burası eski kent olmaktan çıktı, başka bir kent oldu! Suçlu kim? diye sorduğumuzda; "Göç edip de gelenlerin barakalarda yerleşmesine, sokaklarda işportacı olarak dolaşmasına ve para kazanmasına kim göz yummuşsa!" İpin ucu artık kaçmış! Kim ne kadar suçlu ve suçsuz belli değil. Küresel sermaye; kentlerde yaşayan insan dokusu ve kültürünü bozarak kendine küresel adresler belirledi. İç göçlerle biriktirdiği kalabalıkları Pazar yerine çevirdiği kentlerde buluşturdu... * Eğer, İstanbul'a yirmi milyon insan yığılmasaydı; Üçüncü köprüye ihtiyaç duyulur muydu? Bu kadar uçağa, otobüse, plazaya, gökdelene, konuta, yola, ihtiyaç duyulur muydu? Lüks araçların satışında böylesine bir artış olur muydu? Denizler kadar petrol tüketilir miydi? Bu soruları tek kelime cevaplıyor; hayır... Kuşlar uykusunda iken, otorite ve yasal boşluktan istifade ederek kentlere göç edenler önce kentlerin doğusuna yerleşti, sonra kalabalıklar kazanabilmek ve tüketebilmek için gece gündüz birbirleriyle yarıştı... Adam gibi yaşamak isteyenler, dağınık bir sabah kentlerini seyrediyor ama talanın karşısında yüzlerini elleriyle tutarak ve her şey için çok geç olduğu gerçeğini anlayarak...