> Tahran/İran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın üç günlük Pakistan ziyaretinin ardından İran'a gitmek için havaalanına gitmek üzere yola çıkma hazırlığı yapıyoruz... Kimi valizini arıyor... Kimi resepsiyonda hesap kapatma kuyruğunda bekliyor... Bir de buna Pakistanlı görevliler, garsonlar eklenince ortalık âdeta velvele meydanına dönüyor... Yıllardan beri en az yirmi beş İslam ülkesinde her defasında aynı velveleye ve organizasyonsuzluğa şahit oluyordum... Kentin caddelerinde askerler, polisler ve istihbaratçılar âdeta cirit atıyor... Caddelerde yüz metrede bir güvenlik kontrolleri yapılıyor... Pakistanlı vatandaşların araçları didik didik aranıyor... Her gün bir yerlerde bir bomba patlıyor ve masum insanlar öldürülüyor... Ülkede sanki bir darbe olmuş da sonrası yaşanıyor gibiydi.. Başbakan Erdoğan'a bu husustaki görüşleri sorulduğunda ise gerçekten üzüldüğünü belirtiyor ve bu durumun bir an önce sona ermesini diliyordu... Nitekim, şimdiye kadar Pakistan'ın parlamento tarihinde beşinci lider olarak konuşan Başbakan Erdoğan bu üzüntüsünü konuşmasında da gündeme getiriyordu... Pakistan'ın İslamabad kentinden uçağımız havalanıyordu... Birbirine bağlı yüksek tepeleriyle kenti kuşatan Margal dağlarına pencereden bakıyordum... O yüzleri daima gülen Pakistanlılar'ın büyük bir terör belasıyla yüz yüze kaldıklarından dolayı heyette hemen herkes üzüntülü ve hüzünlüydü... * Ve bin yıllık devlet geleneğine sahip oluşu her fırsatta gündeme getirilen İran'ın başkenti Tahran'dayız... Aynı velvele, keşmekeş, gürültü ve organizasyonsuzluk burada da yaşanıyordu... İnternet bile kesik... Telefonlarda sorun var... Trafik gece yarısında bile karıncaların yolu gibi... Kim nereye ve niçin gidiyor belli değil gibi... Bin yıl önce bütün insanlığa birlik ve beraberliği öğreten İslam Medeniyeti'nin bugün yaşandığı her Müslüman ülkesi; ne acı ki belalar zinciriyle kirli zaferler elde etmek isteyen topluluklar olarak anılıyordu... * İslam adına yola çıkılan ve gidilen bütün yolların gittikçe esrarengizleştirildiğine, kirletildiğine ve güç uğruna her türlü rezalete imza atıldığına şahit olunuyordu... Kime sorulsa İslam'ı kurtarıyordu! Oysa İslam dininin koruyucusu ve gözeticisi sadece Yüce Allah'tı... İslam dinini kurtarmayı bıraktıkları ve o yüce dinle herkesin kendini kurtarmaya başladığında her şeyin yeniden bin yıl öncesine dönüleceğinden kuşku yoktu... Bu vaziyete nasıl gelindi? İslam adını taşıyan ülkelerde gittikçe bozulmaların başında aşiretler, ırk ve mezhep farklılıklarından doğan çatışmalar sonunda elde edilen kirli zaferlerin ardından kurulan devletlerin keyfi sistem ve oyunların ortasında bir başına kalan masum insanlar ne acı ki yüzyıllardan beri mutlu olamıyor... Başbakan Erdoğan'ın da her konuşmasında ısrarla üzerinde durduğu ve uyardığı hususlardan biri de orta yol kaybedilmişti... Bir yandan Vehhabilik, diğer yandan sapık fırkaların ortaya çıkışı ve din adına dinde olmayan hükümlerin piyasaya hakikat gibi sürülmesi sonunda aşırılıklara kaçılması kaçınılmazdı... Dinde reform adı altında gizlice din düşmanlığı yapanlar İslamiyeti ortadan kaldırınca işte ortaya bu tablo çıktı... Geriye sadece kirli zaferler kalıyordu...