Sıcaklar sona erdi. Ekim ayı ile birlikte üşümeler başlar tüm kentlerde. Önce yağmurlar, sonra lapa lapa yağan karlar. Güneşi yüreğiyle arar. Bulamayınca da insanoğlu güneşi nasıl da hoyratça harcadığına yanar... *** Başkurdistan'ın başkenti Ufa'da buz gibi bir hava hakimdi tüm sokaklara. İstasyonda on dört yaşında yiğit bir delikanlı olma yolundaki kararlılığını kara gözleriyle anlatan çocuk Kazan'a gidecek treni bekliyordu. Buzla karışık esen deli bir rüzgar, çocuğun kulağına belki de en hüzünlü türküsünü söylüyordu. Ki ıslık çaldığı günler gelip düştü aklına. Baba hep kızardı, her ıslık çaldığında; -Islık çalma fırtına çıkar! derdi... Kara gözlü çocuk ıslık eşliğinde bir düş kuruyordu. Küçük yüreğinde büyük bir davanın ateşi kaynıyordu. Kimse göremedi ateşi, görenler de söndüremedi. *** Tren garı hüzün ve sevinç doluydu. Lapa lapa yağan kar tanelerinin verdiği belirsiz bir keyif veya keyifsizlik duygusu gibi... Uzaklardan gelenler ve gidenlerin buluştuğu, sonra da dağıldığı 'mahşer' meydanını andırır gibiydi. Gelenleri bekleyenlerin gözlerinde sevinç, gidenleri uğurlamaya gelenlerin gözlerinde ise buruk ve yaman bir hüzün okunuyordu. Kara gözlü çocuk babasının ellerini öptü, ardından trene bindi. Evdeki camın kenarına kafasını koyduğu gibi trenin cam kenarına oturdu, başını cama dayadı, elleriyle buğulanan camı sildi ve başladı ıslık çalmaya... Kış düşleri içindeydi çocuk ve artık yüreği ısınıyordu. Tren, düşlerine doğru yol almaya başlamıştı bile. *** Üşüyen rayların üzerinden hareket etmeye hazırlanan kara tren, en güzel ayrılık türküsünü mırıldanmaya başlayınca, uğurlamaya gelenlerin gözlerinden yaşlar boşanıyordu. En içli türküleri kara tren söylüyordu gece yarılarında kulaklarına. Kara gözlü çocuk kara trenin buğulanan camı elleriyle bir kez daha sildi ve babası Mirza Beyin gözlerine belki de son kez baktığını fark etti. Mirza Bey oğluna bakıp; -Islık çalma fırtına çıkartırsın! *** Trenin camını küçük elleriyle zorlukla açabilen kara gözlü çocuk Ufa'nın buz gibi soğuk istasyonunda kar tanelerinin dahi duyabileceği kadar bağırdı; -Babaaaa... Ben uzaklara o ıslığı çalmak için gidiyorum! Kış düşlerine doğru buz gibi ağır bir havada kara tren yol aldı uzaklara doğru. 'Fırtına çıktı-çıkacak' günlerini beklemeye koyuldu baba Mirza Bey... Eskiden çalınan her ıslıktan sonra bir fırtına çıkıyordu Orta Asya'nın steplerinde, ama sonuç değişmeyince tüm umutlar kırılıyordu bir gecenin yarısında. Islığı kimlerin çaldığı ne biliniyordu, ne de görülüyordu. Kara gözlü çocuğun çaldığı ıslığı uzaklaşan trenin düdüğü arasında son kez duyan baba Mirza Bey bu defa ıslığı çalanın en azından kim olduğunu biliyordu. Fırtınayı bekleyecekti... *** Ekim ayı geldi yine... Lapa lapa karın yağacağı günler bekleniyor yine; tüm evlerin buğulanan cam kenarlarında. Herkesin bir kış düşü vardı elbette. Islığı çalacak ve fırtınayı çıkartacak günleri bekliyorlardı. Kış düşleri bazen bir gecede büyütür insanı... Bazan bir gecede öldürür...