Bir ülkenin her yerinde; sanayi, sağlık, eğitim, dostluk ve kardeşlik konuşulması gerekirken, bu ülkede ise son iki yüz yıldan beri her yerde sadece siyaset konuşuldu... Siyasi tarihin sayfalarına bakıldığında, entrikadan başka izlenen bir siyasete şahit olunmadı... Bu yüzden bu ülkedeki siyaset anlayışını hiç sevemedim... 12 Eylül sabahından önce, bu ülkede düşmanların varlığına, ülkeyi satacaklarına, böleceklerine o kadar çok inanmış ve inandırılmıştık ki... İşte o sabah her şey alabora oldu, düşmanlar ansızın kayboldu... Silahlar sustu... Şah ve piyonlar aynı kutuya konuldu... Yani oyun bitti... Siyaset ve siyasetçilerin insanların aklını nasıl örttüğünü ve körleştirdiğini o sabah anladığım için siyaseti artık sevemedim... Kardeşin dahi kardeşini vurabilecek kadar kötüleşebildiğine, kentlerin nasıl ikiye bölündüğüne, köylerin dahi nasıl kamplaştırıldığına şahit olduğum için, sevemedim... * İdealist insanların zindanlarda tek başına nasıl çürüyüp gittiğine şahit olduğum için... Darağaçlarına çıkartılanlar son nefesini verirken, anne ve babalarından başka yanlarında hiç kimsenin kalmadığını gördüğüm için... Tek bir yüze sahip olmadıkları için... Yiğitlikten nasiplenemediği için... İnsanların dünyasına sinsice girip oy çalmaya çalıştıklarına şahit olduğum için... Bugün düşman ettikleriyle, yarın dost etmeye çabaladıkları için... * Meydanlarda çekilen nutukların ve vaatler manzumesinin yalan ve hayalden ibaret olduğu için... Vatandaşların ödedikleri vergilerle yapılanları vatandaşın başına kurşun gibi vurdukları için... Neyin doğru olduğuyla ilgili değil, kimin neye inandığıyla daha çok ilgili oldukları için... Suçlu babası dahi olsa babasını incir ağacının dalına asıp sonra oturup gölgesinde ağlamadıkları için... Bizlere giydirilmek istenen siyasetin bir deli gömleğinden ibaret olduğunu anladığım için... Zafere giden her yol mübah sayıldığı için... Tek geçerli kuralın akçeden ibaret olduğunu gördüğüm için... Ya siyaset meydanındaki kalabalıklar? Onlar da peşinden gittikleri liderlerini yaşadıkları dönemde yere göğe sığdıramadıklarına ve hatta ölüme bile gideceklerini söyledikleri halde hiçbir yere gidemeyecek kadar yüreksiz olduklarını ve o kalabalıklardan biri olmayı hiç istemediğim için... Menderes, Özal, Türkeş ve Erbakan gibi liderleri dahi iki metrelik çukura kazdıkları mezarlara sığdırıp çenelerini bağlayıp yatırdıkları andan itibaren geçmişi unutup sildikleri için... Dünya pis bir sokağa benziyor, siyaset ise bu sokakta yaşayan herkese sahip çıkmak, huzuru sağlamak yerine, sokağın kendisine daha çok sahip olmayı arzuladığı için... Kalabalıklar ise o sokakta bir mülk ve güç edinebilmeyi istedikleri için ne siyaseti ve ne de onların toplandığı siyaset meydanlarını hiç sevmedim... Ben, kıyıya vuran taşlardan biri olmayı hiç istemedim, sadece adam gibi yaşayıp dağlara şarkı söylemeyi ve adam gibi ölmeyi daha çok sevdim... Ne hazindir ki, bu paradoksun düzelmesi de yine siyaset kurumu marifetiyle olacaktır... Şükür ki, son on yıldan beri milletin arzuladığı siyasetin ülkenin her yerine hakim ve denizin içindeki taşların da kıyıya vurduğuna şahit oldukça siyasetin de temiz olabileceğine inanmaya başladım...