Meseleyi derin kazabilmek

A -
A +

Ağaç dallarında o yeşil yapraklar kurumuş, sokak ve parkların kaldırım taşlarına bir bir dökülmüştü... İlkbaharın getirdiği umutlar yine gazele dönüşmüştü... Oysa bir daha hiç sararmayacak gibi duruyordu... İlkbahar her defasında böylesine umutlandırıyor, sonbahar ise her defasında kandırıyordu... Hüzün dolu hatıraların uçuştuğu, hazan mevsimi sonbahar, dostları usulca alıp götürüyordu... Kentin kalabalığından daima birileri azalıyor ama farkedilmiyordu... İki metreden ibaret kefen ve iki metre derinliğindeki bir mezara dostlar konulduğunda insanların gözünde dünya aniden değersizleşiyordu... Ölüm; öylesine büyük bir nasihat veriyordu ki, insan yüreğini içinde taşımaya dahi korkuyordu... Nelerin kaybedildiği işte o zaman farkediliyordu... * Acımayı, kırmamayı, üzmemeyi, öfkelenmemeyi, kabullenmeyi, sessiz bir adam olmayı öğreniveriyordu... Bir gecede ihtiyarlıyor ve büyüyordu... Dünya oyuncaklarını kazanmanın şeytani bir yanı olduğunu o vakit anlıyordu... Büyük bir meseleymiş yaşamak.. Başı dik ve alnı ak, canı ve ruhu kirletmeden emaneti sahibine teslim edebilmek ve o büyük meseleyi derinlemesine kazabilmek büyük bir marifetmiş! * Uçsuz bucaksız kentlerin telaşına insan kendini o kadar çok kaptırıyordu ki, hayatın asıl gayesinden uzaklaştığının farkına dahi varamıyordu... Dakikalar kovalanıyordu... Ecel ise dakikaları kovalayanı kovalıyordu... O büyük kaçış oyunun nerede başladığını ve hangi tarafın galip geleceğini herkes biliyordu ama nerede biteceğini ve ne zaman yakalanacağını ve yenik düşeceğini kimse bilmiyordu... 'Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya' çalışılıyor ve o yüce söze itaat ediliyor ama tükenip giden koca ömürde çok kimse 'yarın ölecekmiş gibi ahirete' çalışmayı akla getirmiyordu... Yine de göçmen kuşları gibi herkes doğduğu yerden bir an önce uçup büyük kentlerin büyük dertlerine doğru kaçmaya çalışıyordu... Kimse uslanmıyordu... Kahrına, acımasızlığına, ihanetine, nankörlüğüne, sahipsizliğine ve yalnızlığına yine de herkes katlanıyordu... Ayakta durabilme ve boyun eğmeden yaşayabilme kavgasına hergün kaç kişinin yenik düştüğünü kimse bilmiyordu... Büyük kentlerde ne meseleler ve ne de mezarlar derin kazılmıyordu... Herşey günlük ve üstünkörüydü... Varsan, varsın... Yoksan, yoksun işte... Herkes karşısındakinin derdini gözüyle ağlayarak, içinden ise gülerek dinliyor gibiydi... Sonra bir kördüğüm de kendisi atıp gidiyordu... Çözüm yolları çıkmaz sokaklara çıkıyordu... O büyük mesele hiç derin kazılmıyordu...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.