Son aylarda Beşiktaş'taki organize tribün olaylarının ardına bakıldığında, siyasi arenadaki kavgaların, çekişmelerin, üslubun ve kirli yarış taktiklerinin spor dünyasına da sirayet ettiğine şahit oluyoruz... Siyaset için söylenen 'dünü yoktur' anlayışın, spor camiasında da hakim olmaya ve taraftarların zihniyetine her geçen gün biraz daha yerleştiğini de görmekteyiz... Adı üzerinde, taraftar... Taraftarı olduğu takım yenildiği zaman üzülecek ve elbette tepkisini de gösterecek. Lakin, tepkinin içinde küfür olmayacak... Başkana ve yönetime, futbolcuya, hakeme ve karşı rakip takımın yönetimine, başkanına veya futbolcusuna hakaret etmeden tepkisini ortaya koyacak... * İfrat ile tefrit arasında gidip gelen taraftarlık anlayışı her zaman Türk sporuna zarar vereceği gibi, kulüplere de kapanması zor olan yaralar açar... Başkana ve yönetime, futbolcuya, teknik direktöre ve hakeme ne kadar çok küfür edilirse edilsin, küfür edenleri daha iyi bir insan ve taraftar yapmaz! Taraftarlık iyi ve kötü günde daima takımının yanında olmaktır... * Başkandan ve yönetimden hesap sorma adresi ise daima sandıktır... Burada delege hürdür ve istediği yönetime de oy vermekte serbesttir... Bu tercihin dışında başka yollar izlenmeye devam ettiğinde bir gün ne Beşiktaş'a ne de başka takımlara kimse başkanlık etmek istemez... Bir hafta önce küfür ettiği kaleciye, bir hafta sonra maçın sonucuna göre methiye dizmek taraftar ahlakı ile hiç bağdaşmaz... İyi günde taraftar, kötü günde taraftarlığından vazgeçmek dürüstlük değildir... Anadolu'da bu anlayışla hareket edenler için denilir ki; "Gel, iyi günümün dostu, kötü günlerim geçti!" İyi gün dostu olmak herkesin harcıdır, kötü günde dost olabilmek ise her yiğidin harcı değildir... Taraftarlık, yiğitlik ister... Sonuca göre taraftar olanlara ise hiçbir takımın, kurumun, şirketin, ailenin ihtiyacı yoktur, aidiyet taraftarına ihtiyaç ise her yerin vazgeçilmez bir isteğidir...