İstanbul... Dünyanın en büyük açık hava sahnesi... Kültür başkenti ilan edildi ama kültürsüzlük kentin her yerinde yığınla insanın üzerine geliyor... Bir yandan kentin varoşlarına gökdelenler dikiliyor... Diğer yandan enerjide dışa bağımlılık konferansları düzenleniyor.. Bir yandan göğe merdiven dayatılmış gibi yükselen binalar, diğer yandan susuzluktan bahsediliyor... Bir yandan köylü açlıktan kentlere göç ediyor, diğer yandan kentlerdeki köylüler için köye dönüş projeleri hayata geçiriliyor... Anlayan var mı? Açık oyunların ne kadar kör ettiği ortada iken yine kimse bu kenti terk edip de o dağın ardına gidemiyor... * Kutsal tarafı her geçen gün biraz daha kirletilse de, bu kentin... Selatin camilerinde verilen ezanlara, batakhanelerden yükselen anlamsız ve kendini inkâr edenlerin sesleri karışsa da... Boğazın sularını dahi görmeden yaşayan açık hava sahnesinin isimsiz nice oyuncusu, kentin kenar mahallelerine ait mezarlıklara sessizce gömülse de... Kimseler fark etmese de... Kentin köprülerini memleketinden göç ederken otobüsün camından yorgun gözleriyle görüp ve bir daha üzerinden hiç geçmese de... Bu kenti kimse bırakıp da, o dağın ardına gidemiyor... * Reis, bu sabah yine erkenden çıktı balığa... Ağlarını buz gibi sularda dolaşan zehirli balık yığınlarına attı... Beyaz bir kar vurdu ciğerini o akşam. Duman içinde kalmış gibiydi yüzü gözü. İçtikçe tütünü, ciğerleri tutuştu. Ne güne hükmü geçti ne sözü. Bırakıp da gidiyordu o dağın ardına...