O topraklar -1-

A -
A +

Suriye'nin bir çılgınlığa imza atmasından dolayı Başbakan Erdoğan'ı suçlayanlar sürekli 'komşularla sıfır problem' stratejisi ile dalga geçiyor... Başbakan Erdoğan'ı 'kof hayal' kurmak ve Enver Paşa çılgınlığıyla bir tutarak eleştiren kafalar ses çıkartabilmek uğruna elindeki kalemiyle önündeki çöp tenekesine, bir deli gibi, vurdukça vuruyor... Başbakan Erdoğan'ı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nu ise anlamak isteyen yok... Oysa o topraklar, asırlardan beri kan ve gözyaşıyla sulanmıştı... Suya ve dostluğa hasretti... Avuçlarda ateş taşımaya gerek yok ki? Yedi düvelin ihanetiyle yenik düştüğümüz, mecburiyetten bırakıp da geldiğimiz o topraklar, o gün bugün ateşle imtihan edilmekteydi... Peygamberlerin kanıyla sulanmış o topraklar, bilinmez bir karanlığa mahkûm olmuş ve yatıştırılamayan ihtirasların ilk adresi sayılmıştı... Yatıştırılamayan ihtiras sahipleri bir büyük ihanete daha imza atmak için telaş etmişse Başbakan Erdoğan'ın ne kabahati vardı? Aynı ezan ve aynı safta buluşarak Allah huzuruna çıkmanın anlamı bu kadar erken unutulmuşsa barış stratejisinin suçu neydi? Sonuçlarına takılıp kalmış ve çok ses çıkartan teneke kafalar meselenin özünden bin menzil uzakta geziniyordu... * Biz ise altı yıl evvelini hatırlamıştık.. O topraklardaydık... Başbakan Erdoğan'ın Suriye gezisine katılmıştık. İlk durak Şam'dı... Sabah erkenden heyetteki gazetecilerle birlikte Emevi Camii'ne gitmiştik... Daha sonra Başbakan Erdoğan gelmişti... Biz gazetecileri görünce tokalaşmaya başladı... İzdihamdan dolayı Başbakan Erdoğan ile tokalaşmadan kendimizi kalabalığın ardında bulmuştuk... Olabilirdi, normal bir durumdu ama gazeteci milleti boş durur mu? Hemen, mevcut durumdan bir 'haber' vazifesi çıkartarak takılmaya başladı; Başbakan sana neden yüz vermiyor? Demek ki seni defterden sildi! Kendilerine; Ülkenin başbakanıyla bir meselem olamaz... Çünkü o bir devlet adamı... Biz ise kurumu adına görevini yapmak isteyen biri... Hele taş atanlar sıralansa, en sonlarda bile olmayan bir adamım... Başbakanın benimle ne alıp veremediği olabilir ki! O'nun benimle bir hesabı varsa onu da bilemem... İkimizin sahibi de Allah... Ben de Allah'a havale ederim! deyince sustular... * Ve Emevi Camii'nin avlusu... Caminin maketi üzerinde Başbakan Erdoğan ak sakallı, beyaz yüzlü yaşlı bir adam yani Şam Müftüsü'nden bilgi alıyordu... Sessizce dinliyor, arada bir ise Arapça bir şeyler soruyordu... Sonra usulca bir köşeye çekilip abdestini aldı... Emevi Camii' nin içine girdik ve başı kesilen Hz. Yahya A.S ile yine başı kesilen Hz. Hüseyin Efendimize ait kabirleri ziyaret ettik... Ne garipti... Başları kesilen iki Allah dostu, Allah'ın evindeydi... Ve o topraklarda asırlarca yaşanan dramlar yağmur damlası misali notlar halinde aklımıza düşünce ıslak ıslak olmuştu gözlerimiz... * Osmanlı'ya yapılan ihanetleri, PKK'ya 'otelcilik' hizmeti verilen o ihanet dolu yılları da unutuvermiştik... Bir zamanların efsane kentlerinden Şam yıkık ve dökük binalardan ibaretleşmişti... Halkın fukaralığı sokaklara kadar taşınmıştı... Âdeta labirentleştirilmişti! Evler içinde evler, oyunlar içinde oyunlar saklı gibiydi... Ve kentin daracık arka sokakları kirli, karanlık ve gizemliydi... Bir çocuk kaybolduğunda sanki beş günde zor bulunacaktı... Savaş ve fukaralıkla büyüyen çocukların oyuncakları hâlâ tahtadan ve demirdendi... Geceyarısı otel odamıza dönmüştük, yarısı karanlıkta kalan Şam kentini seyre koyulurken şair Adonis'in 'Gece Seni Saklıyor' şiirindeki mısralar aklımıza düşüyordu; "Alnımı dayadığım pencereden dışarıyı seyrediyorum Karanlık kopkoyu bir karanlık sarmış şehri" Tıpkı bugünkü gibi... Halep'te yaşadıklarımız ise salı günkü yazımızda...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.