Dış ilişkilerde tek geçerli metodun 'menfaat' kuralı üzerine kurulduğunu bilmeyen kalmadı. Nedense, ne zaman ülkelerarası bir kriz baş gösterdiğinde daima ortaya 'sitem yüklü' vefa beklentileri devreye girer. Nasıl yapar? Bu bize yapılır mı? Böyle dostluk olur mu? gibisinden sorular üretilir. Günlerce stratejistler, diplomatlar, gazeteciler ve bir bilenler tartışır. Gazeteler yazar. Muhalefet daima salvolar atar... Kahramanlık destanları gündeme gelir. Geçmiş sürekli hatırlatılır. Geçmişe mazi denildiği gerçeği de göz ardı edilir. * Rumlar, Yunanlılar, Avrupa Birliği ülkeleri, Amerika ve daha başka ülkelerle iş birliklerinde en ufak bir kriz yaşandığında, hemen bayramdan bayrama duvara asılan tabloyu bir indirip bir kaldırmaktan başka bir iş yapılmadığını ne hikmetse millete kimse anlatmıyor... Ruslarla bir kriz olduğunda, aklımıza Sarıkamış'ta şehit düşen 90 bin askerimiz gelir. İngilizlerle bir kriz yaşandığında, Çanakkale destanı gündemdedir. Avrupa Birliği çatısı altında buluşmayı kabulleniyoruz ama Rumlar bir kriz çıkarttığında ise Kanlı Noel'i hatırlıyoruz... Sözde Ermeni soykırımını Fransa kabul etmeye çalışınca da, Sütçü İmam'dan başlıyoruz... * Bazen, kırk yıl millete anlatılan hikâyeler bazen bir günde masallaşıyor. Bazen de, kırk bin yıldan beri anlatılan destanlar, bir günde unutuluyor. Ne yarasını kapatıyor, ne de yarasını tedavi ettiriyor anlayışındaki bir hastaya benzetiliyoruz. Ne unutuyor, ne de unutturuyor. Kendi dışımızdaki ülkelerden ya vefa bekliyoruz ya da ihanet... Ya savaş diyoruz... Ya da barış... Bazen ikisini birden unutuveriyoruz. * Kim hain? Kim sadık? Belli değil. Bazen bir bakıyorsunuz hainlerin isim listelerinin elden ele dağıtımı yapılıyor. Bazen bir bakıyorsunuz ki, tüm hainlerin isimleri listelerden silinmiş ve hatta kaybolmuş. * Kısacası devletlerarası ilişkilerde, günün şartlarına göre tek geçerli kuralın 'menfaat' olduğunu çok iyi anlatmamız gerek. Bu çizgide diplomasi trafiğini yürütmemiz gerek. Aksi halde, git-gel siyaseti ile ne bu millete ne de gelecek kuşaklara bir dış bakış siyaseti kazandıramayız. Galiba, İran sürekli kriz tırmandırma siyasetini gerçekleştirirken, biz ise daima 'sauna' diplomasisini tercih ediyoruz. Bir giriyor, terliyoruz... Bir çıkıyor, donuyoruz... Oysa, devletlerarası girilen her ilişkide bilinmeli ki saunaya yarı çıplak girilir, terlenir ve ardından soğuktan korunmak için havlu ile çıkılır... Elbise ile değil.