Siyasette yasaklı olanlar, yasaklarının kalkması için başlattıkları kampanyalarda 'Konuşan Türkiye' sloganını keşfettiler ve seçim meydanlarında hep bu şarkıyı söylediler. Siyasi tarihimizin 'Vaadler Manzumesi' ile başladığını bilmeyenimiz yoktur. Bu ülkede yaşayan insanlar da; değişememenin, değiştirememenin ve biriken meselelerin önündeki en büyük engelin 'Konuşamayan Türkiye'den olduğu vehmine kapıldı. Çözümsüzlüğün adresinin konuşmaktan mı konuşamamaktan mı kaynaklandığını kimse araştırmadı. İşte o dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a konutunda sordum; -Türkiye artık konuşuyor, sizce çözüldü mü ülkenin meseleleri? Cindoruk'un verdiği cevap hâlâ aklımda; -Biz Türkiye konuşsun dedik ama Türkiye artık konuşmuyor gevezeleşti!.. *** Yani mesele konuşup konuşmamakta düğümlü değil. Bazen sözün bittiği yerlerde sizi yakalarlar ve siyasette bu yer sandıktır. Askerde cephedir. Okulda karnedir. İş'te başarıdır. Kısacası, sonuçtur... Hikâye bu ya, adı bilinmez bir ülkenin adı bilinmeyen bir padişahı ve sarayında ise üç kardeş paşa varmış. Bunların adı, Turan Paşa, Duran Paşa, Vuran Paşa imiş. Paşalar aynı özelliklere sahip gibi gözükse de arada bir farklılık gösterirlermiş. Padişah, bu farklılıkların hangi alanlarda olduğunu bir türlü çözememiş. Dayanamayıp bir gün vezirini çağırıp demiş ki; - Bunlar birbirinin aynısı mı yoksa aralarında bir fark var mı? Vezir hiç düşünmeden cevap verir; -Padişahım, şimdi Turan Paşa, dereyi görmeden paçayı sıvamaz. Duran Paşa ise dereyi görür ve paçayı sıvar lakin dereyi geçemez. Vuran Paşa ise dereyi görüp paçayı sıvayan ve derenin suyunu geçenlerdendir. Yeter ki ona dere gösterin! İşte aralarındaki fark budur. Padişah, vezirine dönerek; -Bize dere seyreden ve dere görmeden yiğitlik taslayanlar değil, derenin suyunu geçenler gerek! Diğer iki kardeş paşayı sarayımdan kovun... Çünkü bunların sayıları ülkem büyüdükçe artacak. Kimse de bu farkı senin gibi ayırt edemeyecek. Bunları gören onlara benzeyecek. Bir gün bu dereyi geçemeyenler, dere geçenlerle kavga edecek. Bir gün bize dere geçenler lâzım olduğunda, bunlar geçemeyeceği için geçenleri de kovduğumuzdan ve hiç dere de geçemeyeceğimizden halimiz harap olacak. İşte o zaman ne ülke kalır ne millet ve ne de saray. Bu sarayda oturmanın vebali de budur. Bre vezir, bize dereler bile yetmez deryaları geçecek adamlar lazım! der. *** Bu ülke, artık dereyi görmeden paçayı sıvayanlar; dereyi görüp paçayı da sıvayan lakin derenin suyunu geçemeyenlerle dolup taştı. Kendi derelerinde her geçen gün boğulmaktalar. Bize dereyi görüp paçayı sıvayan ve suyu da geçenler gerek. Padişahın dediği gibi, 'dere de yetmez, derya geçecek' adamlar gerek. Kim bu adamlar? Bana sorulursa, 'herkes' derim. Çünkü her insanın geçmesi gereken bir dere varsa ve madem; herkes bu ülkede bir dere geçme kavgası içindeyse oturup seyretmenin keyfini çıkartmak neden? Bu ülkeye derelerin suyunu geçen gerek. Kendi derelerinin suyunda boğulanlar veya seyredenler değil!