Bu sabahtan itibaren bayram... Bayram namazını kılıp da eve dönen baba ve çocuklar iki saat sonra bayramı tüketiyor... Birkaç telefon ediliyor uzaklara... Ve birkaç sms ve mail yoluyla rutinleştirilen bayram tebrikleri... Şeker için kapıları çalan üç beş çocuk dahi yok. Kentler terk edilmiş sanki... Kimse kimseyi tanımıyor... Tanıyanlar da selamlaşmamak için kaçabildiği kadar kaçıyor, selamlaşmanın da fazileti sorulduğunda beş saat konuşuyor... O yüce Peygamber efendimiz buyuruyor ki; - Aldanan da, aldatan da bizden değildir! Aldatılmadığınızdan emin olabilmek ve rahat bir kafayla yastığa baş koyabilmek, dua edebilmek ve hayal kurabilmek o kadar anlamsızlaştırılıyor ki... Aldatırken dahi vicdanı hiç sızlamayan yüreğe sahip insanların arasından kaçıp da dağların gölgelerinde uyuyabilmek, düşünebilmek, yüzleşebilmek ve muhasebeleşebilmek o kadar çok unutulan bir şey ki... * Saçlar kirli ellere okşatılıyor... Gözyaşı çok defa yalandan ibaret. Aklıma Adile Hanım geliyor... Sevdiği kadın Adile Hanım, şair Nazım'a 'senin için ne yapabilirim?' diye sorunca Nazım, Adile Hanımın gözlerine bakar; -Yaşamdaki en zor, en korkunç şey aldatılmak, daha zoru yok. Bu yüzden benim için yapabileceğin tek şey, benimle ağlaman bana yeter! Çünkü çok sevdiği kadın Vera, Nazım'ı aldatıyordu... Ve Nazım ölüm döşeğindeydi... * Bu sabahtan itibaren bayram... İslam âlemine baktıkça insan kendinden utanıyor... Zaten dünyanın kendisi her geçen gün biraz daha ateşten bir topa dönüşüyor... Yarısı açlıktan ölürken, diğer yarısı ihtiyaçsızlıktan azıyor ve ölüp gidiyor... Bırakılmayan iktidar koltukları ve sarayları... İhtişamlı albayın şapkası sırıtan bir yağmacının kafasında ne kadar da anlamsızca duruyor... Sabaha kadar kardeşlerini kurşunlayanlar hangi yüzle bayramlaşıyor... Sınır boylarında binlerce aç ve susuz insan yaşarken, evsiz kalmış o insanlar bu bayram sabahında belki de ilk defa gerçekten ağlıyor... Yorgun bir adamın yürüyüşüne benzer aldatan ve aldananların ayıplardan ibaret hikâyeleri... Nice güzel bayramlara...