Ve bir kış mevsimine ait akşam vaktiydi... Karaköy'deki köhne limana demir atan dev gemiler uzak kentlere götüreceği yolcularını sessizce bekliyordu... Gülümsüyor gibi duran beyaz gemiler az sonra sığındıkları limandan ayrılacaktı... Kenti terk eden dostlarının ardından "giden mi suçlu yoksa kalan mı?" sorusunu sorup duruyor ama suçluyu bulamıyordu... Bugünü var, yarını hiç yoktu... Şairin; "Sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice" deyişindeki ayrılıklara sürekli dümen kırılıyordu... Her fırtına sonrası batıyor evhamına kapılarak gemiyi terk edenlerin akıbetine feryat etmekten yorgun düşüyordu... İstanbul'un dünü yok muydu? * Pera gidenlerin ardından Dersaadet'e inat kahkahalarla gülüyordu... Ve Ayasofya ağlıyordu... Selatin camilerinden yükselen sala sesleri Galata'ya doğru dağılıyordu... Ve Haliç hüzünleniyordu... Işıklar, kentin gardiyanları gibi nöbet tutuyordu... Işıklar denizin karanlığına gömülüyordu... Bir deli rüzgâr esiyor ve yürekte biriken dostları bir yaprak gibi kentin bilinmeyen adreslerine savuruyordu. Aklının bir ucunda unutamadığı, diğer ucunda ise unutmak istediği yüzler duruyordu... Öte yandan ise kentin yanı başındaki batakhanelerde umudunu yitiren kadınların saçlarından tutup çekiliyordu... İstanbul aşk pazarı mıydı? * Ve bir kış mevsimine ait akşam vaktinde gemiler limandan usulca ayrılıyordu. Süleymaniye heybetiyle dimdik duruyordu... Geride bıraktığı yıllar gözlerinin önünden, kürek çeken küçük balıkçı sandalları gibi gelip geçiyordu. Ve martılar gökyüzünde çığlıklarıyla kanat çırparak dolaşıyordu... Bir dost daha terk ediyor ve ardından; "Ve demiştim ki, hayat gece gidilen bir yol gibiymiş. Yolda yürüyen adam sürekli -ah şu gece bitse- dermiş. Ve bir zaman gelir gece bitermiş. Adam sevinecekken bir de bakarmış ki geceyle birlikte yol da bitmiş" diyerek imzasız pusulayı bırakıp gidiyordu... İstanbul dost pazarı mıydı?