Bir sabah güneş; yüzü gözükmeyen düşmanıyla savaşan dünyanın düştüğü hale bir kez daha şahitlik ediyordu... Hayali para tacirlerinin hayal satarak kurdukları kâğıt üzerindeki imparatorlukları çöküyordu... İflaslar artıyor, biri ona katlayarak yapılan, birbirine bağlı saadet zinciri kopuyordu... Yüz binlerce insan işsiz kalıyordu... Devletler karşılığı olmayan trilyonlarca parayı basıyor ve dev şirketlerin kasalarına sürüyordu... Ve hâlâ; hatayı nerede yaptıklarını anlayamayacak kadar hırslı aptallarla dolu bir dünya olduğunu görüyordu... * 'Kazıklanarak' şemsiye aldıklarına uyanan kalabalıklar, şemsiyeleri para tacirlerinin gökdelen imparatorluklarının kapı eşiklerine bırakıyordu... Son imparatorlar, gökdelenlerinden kaçıyorlardı... Asansör ekonomiyi yöneten borsacılar da nasiplerini alıyordu... Krizle, trilyonlarca dolar uçup gidiyordu... Matbaalar; dolar, sterlin, euro basıyordu... * Oysa bir zamanlar, milyonlarca dolarlık bombalar masum insanların kafasına atılıyordu... Çocuklar elsiz, ayaksız, annesiz ve babasız kalıyordu. Birileri ağlarken, birileri gülüyordu... Paranın baronları ise Mali adalarında maliyet hesapları yapıyordu... Zulüm fırtınasının geri dönüp kendilerini vuracağını hesaba dahil etmiyordu! Ne diyordu Şeyh Edebali; 'insanı yaşat ki, devlet yaşasın!' Kimse dinlemiyordu? Duymuyordu... Oysa, zengin ülkeler, kazandıklarını adam gibi paylaşabilseydi. Fukarayı kazıklama derdinden vazgeçseydi, ağlayanın malının gülene yâr olmayacağı da görülecekti... Bir varil petrol için savaşla işgal ettikleri ülkelerden elde edecekleri paranın milyonlarca mislini bir sabah batırıyordu... Eğer, insanlığın mutluluğuna, fukaralığına, açlığına onda bir bütçe ayrılsa ve paylaşılabilseydi, belki bu felaket olmayacaktı... Lakin, bir sabah, kızaran yüzler artık görünüyordu...