Ve tuz adamların devri

A -
A +

Kış akşamlarından biriydi... Ağaçlar, dağlar ve nehirler beyaza boyalı haliyle sanki yorganı başına çekip de derin bir uykunun kollarında yatan yoksul bir adam gibiydi... Konaklarda misafirin eksik olmadığı günleri dün gibi hatırlamaktaydı... Yemekler, cömertlik duygusuyla ikram edilirdi... Her akşam ayrı bir konakta toplananlar açlık, kıtlık, savaş ve memlekete dair sohbet eder ve kıssadan hikayeler anlatırdı... Dedikodu, gıybet ve iftiraya yer yoktu... Ayıp ve günah denilirdi... H Küçük çocuklar gece yarısında üşüdüklerinde, büyükler yataklarından kalkar ve kuzineye odun atardı... Ve büyüklerinin anlattıkları hikâyeleri düşünerek uykuya dalan çocuklar hallerine şükür ederdi... Karlı dağların eteklerindeki mağaralarda açlıktan uluyan kurtların sesi konağa kadar gelirdi. Sabah ezanı okununca, seccadeye kapanan büyükler kurda ve kuşa bile dua ederdi... H Sarıkamış'ın soğuğunda donup da şehit düşen doksan bin askerimizin, yani o buz adamların hikâyesi anlatılırken küçüklere; "Tuz adam olmayın!" diyerek nasihat edilirdi... Ve her defasında; "Allah bir daha o günleri göstermesin!" diyerek dua edilirdi... Büyükler birer birer gitmekteydi... Küçükler ise istikametsiz, pusulasız, kılavuzsuz büyümekteydi... Kırk yılda bir buluşanlar da hikâyeye nereden başlayacağını bilemiyordu... Dünyadaki savaşlar; gel-git dalgalarına ne de çok benziyordu. Biri geliyor, diğeri gidiyordu. Hayat dalgalar arasındaki boşlukta yaşanıyordu... Dünya kıyamete doğru hızla yol alıyordu... Asr-ı Saadet gitmiş, ahir zaman günleri yaşanırken, artık iftira ayıp ve günahtan sayılmıyor, kurda kuşa dua edilmiyor ve buz adamların hikâyelerine gözyaşı dökülmüyordu... Devir; buz adamların değil, tuz adamların devriydi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.