Sabah işe doğru yol alırken, şairin dediği gibi; "hava kurşun gibi ağır" mı ağırdı... Sabah güneşi toprağı yakıp kavurmuştu... Toprak suya hasretti... Sulara susamanın ıstırabından çatlamıştı... Güller daha açmamıştı... Kırmızı, sarı, beyaz, pembe güller yağmurları bekliyordu. Yağmur toprağa küsmüş, gökyüzünde bulutların içerisinde bekliyor ve sanki saklanıyordu... Damlalar gökyüzünde asılı duruyordu. Güller açmayacak mıydı? Rahmetli Tarık Buğra'nın 'yağmur beklerken' romanında, güllerin yağmurları (çok partili hayata geçişi) beklediğini ve sonunda küçük bir kasaba halkı üzerindeki etkilerini hatırladım... Güller daha çok yağmur bekleyecekti... * Bir kırmızı güle dahi layık olamayanlar başlarını vurmalıydı taş duvarlara. Bir beyaz gülün dikenine üç kuruşluk 'menfaat' ve 'istikbal' aramak için takılanların basiretsizliği, aceleciliği binlerce yüreği kanattı... Kanatanlar belki hiç utanmadı. Güller ise utancından açmadı. Gülün sevdası dalında biten dikene değildi, bülbüleydi... Bu sevdanın şahitleri yoktu. Bir meczup hariç. Şarkıda diyordu ki; "Yar tenine haram değdi..." * Gergin ve her an patlayacak bir gülle gibi bekleyen hava, günlerce 'kurşun gibi ağır' halde günlerce gökyüzünde öylesine duruyordu, bir haber bekliyor gibiydi. Ve akşam üzeri beklenen haber gelmişti... Eve doğru yol alırken, yağmur damlaları gökyüzünden boşanıyordu... Güller ıslaktı... Güller suyla buluşmuştu... Sandıkta buluşacak olanlar gibi... Dikenler olsa da... Seçenler; gül dikenler, koklayanlar ile gülleri kopartanları, üç kuruşluk menfaat ve istikbal için güllerin dikenlerine takılanları utandıracak! Yoksa; daha çok yağmurlar beklenir...