'Şifa bulmuş yaralar iz bırakmaz!' mış... Bir ülkenin altı yüz yıllık Osmanlı tarihini karalamaktan öteye gidemeyen bir anlayışın hâlâ eski alışkanlıklarından vazgeçmediğine şahit olmaktayız... 94 yılında TGRT Televizyonu'nda İz Bırakanlar programımda Saraydan Sürgüne adlı beş bölümden oluşan Sultan Vahdettin Han belgeseli yapmıştık, kendi çapımızda... Belgeseli yapmaktaki maksadımız beş soruya cevap bulabilmekti ve bunlardan en önemlisi ise Sultan Vahdettin Han'ın iddia edildiği ve yazıldığı gibi 'vatan haini' olup olmadığını biraz da olsa aydınlatmaktı... Belgeler ve yazılı eserlerin ışığında ayrıca 45 uzman konuşmacının da görüşlerine programda yer verdik... * Kendimizden bir görüş katmamaya çalıştık... Aleyhte ve lehte görüş iddia edenleri tarafsız bir bakışla ekrana yansıttık... Türkiye ayaklanmıştı âdeta... Fikri, bilimsel tartışmalardan daima kaçmış, rahatsız olmuş kalabalıklar; dedikodu ve iftira oyunlarından beslenmeyi, ya da şehir efsanelerine inanmayı daha çok seviyor... Geçtiğimiz günlerde Çılgın Türkler adlı eserin yazarı Turgut Özakman'ın Vahdettin, M. Kemal ve Milli Mücadele adlı eserini okudum... 94 yılında yaptığımız İz Bırakanlar belgeseline de yedi sayfa yer ayırmış, güya biz gerçekleri saptırmışız... * Belgeseldeki uzman konuşmacıların sözlerini yalanlıyor... İsmet Bozdağ diyor ki; - Vahdettin Han sürgün hayatı yaşadığı San Remo'da küçük bir evde sefalet içinde ölmüştür ve tabutuna dahi haciz gelmiştir... Turgut Özakman ise bu iddiayı Damat Ferit Paşa'nın yaveri Tarık Mümtaz Göztepe'nin hatıralarıyla yalanlamaya çalışıyor... Göztepe'ye göre güya Sultan Vahdettin Han San Remo'da kırk odalı bir evde lüks içinde yaşıyormuş! Ama Özakman işine gelen ve görüşünü destekleyen eserlerden alıntıları yapmayı daha çok seviyor... Oysa Tarık Mümtaz Göztepe'nin 'Vahdettin Gurbet Cehenneminde' adlı eserini iyi okumuş olsaydı sefaletin boyutunu daha iyi anlamış olurdu... Bu yara şifa bulmuş olsaydı bu kadar derin bir iz bırakmazdı yüreklerde... Oysa öyle bir kin ve nefret vardı ki, Sultan Vahdettin Han'ın ölüsünün dahi İstanbul'a defnedilmesi kabul edilmemiş ve Şam'a gönderilmiştir... Bundan daha büyük ayıp, ihanet ve sefalet var mıdır? Söylenecek o kadar çok söz var ki, neylersiniz ki yalanı pazarlayanların büyük yazar, doğruyu söyleyenlerin ise dokuz köye kovalandığı bir zamanda yaşamaktayız... Meydan; yalan pazarcılara kalmış!