La Terra Trema. Yani; Yer Sarsılıyor. Yönetmen Visconti'nin çektiği film, Sicilya'da balıkçı bir ailenin balık tüccarlarına karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Bu dram aynı zamanda Visconti'nin balıkçı olan ailesinin de dramıdır. Kendi dramını evrenselleştirir. Profesyonel oyuncuları kullanmadan çektiği filmdeki tüm balıkçılar gerçek hayatta da balıkçıdırlar. Bunun adı da evrensel sinemadır. *** Ünlü yönetmen Fellını, W.C.Fields ile görüşürken ondan duyduğu sözü hiç unutmaz. "Ağıma en kolay düşenler bedavadan bir şeyler elde etmek isteyenlerdir." Bedavadan bir şey elde etmek isteyenler her sektöre bulaştıkları gibi sinemaya da büyük kötülükler yaptı. Düşen de düşürenlerde aynı derecede suçlu değil mi? Düşürenler kazandığından düşenler kaybettiğinden biz genellikle düşürenlerin yanında yer alırız, çünkü onlar güçlüdürler. Kültür politikası ve dev sektörlerin yatırımlarından yoksun kalan sinema sadece seyircinin zaafiyetlerine yönelenen bir sektöre dönüşmüştür. Elinde yol haritası dahi yoktur. Ne maddi ve ne de manevi bir haritası ve rotası bulunmayan sinema, birilerinin şöhret olma hayalinin sokağından bir adım dahi öteye gidememiştir. Bu ülkenin devleri taşa, toprağa, suya, havaya, yola yatırım yaptı ama kitaba ve sinemaya asla. Ülkede neden herkes müteahhit, galerici, lokantacı, meyhaneci, emlakçı ve telefoncu? *** 1990'lı yıllardı. Kemal Sunal ile röportaj yaparken konumuz Türk Sinema'sı idi. Sohbetimize Kartal Tibet karışarak; "Devlet, bize sadece gazetelerin yazdığı haberleri film yapma şansı versin başka bir şey istemiyoruz. Siz bir bakanın ve bir milletvekilinin, bir iş adamının yolsuzluğunu yazabiliyorsunuz ama biz bunu filme çekemiyoruz. Karşımıza hemen altın makas çıkıyor. İşte bu yüzden Türk sineması yok kardeşim" dedi. Dostum Kadir İnanır ise sinemamıza daha farklı bir açıdan bakıyordu; "Benim 1980 yılı öncesi çektiğim filmlerin konusu ile bugünkü Türkiye'nin konuları çok mu değişti? Bugün hangisi yok? Anarşi mi, ceza evi gerçeği mi, mafya mı, aşklar mı, cinayetler mi, işsizlik mi, gecekondu mu, köy ağalığı mı? Töreler mi? Kan davaları mı?" dedikten sonra "bu ülkede o günden bugüne ne değişti?" diye sorduğunu hatırladım. *** Bir ülkenin başbakanı ve iki bakanı darağacında son nefesini verdi ve bu tarihi dram beyazperdemizde yok. İçten ve dıştan söz birliği etmişlercesine 'Ermeni Soykırımı' yalanı ile üstümüze çullanıyor sinemadan ses yok. Her şeyden şikayet etme alışkanlıklarımızdan kurtulamadık. Sadece konuşuyoruz. Biz Hollywood'dan bile şikayet edince ABD Dışişleri Bakanı Rıce ne demişti Türkiye'de; "Hollywood'a bizim de gücümüz yetmiyor. Eğer öyle olsaydı Başkan Bush'u ağır eleştiren Fahrenait filmini durdururduk." İşte ne zaman bizim de Yeşilçam'dan şikayet edildiğinde; "Yeşilçam'a gücümüz yetmiyor" diyebilirsek Türk Sinema'sının varlığından ve evrenselliğinden söz edebiliriz. Biz kendi dramlarımızı beyazperdeye taşımaktan yorgun olduğumuzdan sinemamızı evrenselleştiremedik. Yönetmen Visconti gibi; 'Yer Sarsılıyor' adlı filmlerle içinde boğuştuğumuz günlük dramları dahi yansıtamadık. Korktuk, başkaları duyar ve izler diye. Ya bu ülkede Yer Sarsılıyor, bizim haberimiz yok. Ya da biz sarsılıyoruz kendimizden haberimiz yok...