Ta
lisenin ilk yıllarından başlayarak küçük küçük notlarla defterler tuttum. "Sıradan
şeyler," oyunlar, senaryolar, makaleler için notlar, önemli siyasi olaylar,
kitaplardan aforizmalar vs. Ne yazık ki 3-4 yıl kadar önce birilerinin darbe
günlüklerini okuyup gece gündüz yazı yazmaktan, bu faydalı alışkanlığımı
bırakmak zorunda kaldım.
Şimdi
vakit buldukça açıp okuyorum. Bazen tüm hoyratlığımla yaptığım sloganlardan
ibaret güdük siyasi tespitlerime gülüyorum. Bazen de "densizliklerimden"
utanıyorum.
Dün
yine oturup eski defterleri açtım. Jorge
luis Borges'den yaptığım bir alıntı flaş gibi patladı yüzüme:
"Elbette bütün genç insanlar gibi ben de
elimden geldiğince mutsuz olmaya çabalıyordum."
Borges'nin
otobiyografisinden alıntı olan bu
cümleyle "günlüğümün bilinçaltı" aydınlandı adeta; hatta ilerleyen satırlarda
anlatacağım üzere, biraz da bugünüm...
Evet,
Borges farkında mıydı bilmiyorum? Ama ben büyük üstadın tabiriyle "elimden
geldiğince mutsuz olmaya çabaladığım" günlerde de bu ergenlik halimin
farkındaymışım. Onun alıntısını önemseyip not etmişim. Ama günlükteki 21 yaşıma denk gelen notlara baktığımda, farkında olduğum,
belki de ergenliğin varoluşu diyebileceğimiz bu "hale" direndiğimi söyleyemem.
Aman Allah'ım o ne "kederli"
sözler öyle... Bugün buradan okuyunca tüy gibi oldukları aşikâr problemleri süslü
tasvirlerle büyütmeler... Kıytırık bir edebiyat yarışmasındaki ikinciliğimi Faust'un
"buhranlarına" benzetmeler... Bir çakma "Genç Werther'in Acıları" halleri... Ve
hepsinin neticesinde bugünkü gerim gerim gergin insan işte.
Doğru o
günler epey geride kaldı. Şimdi her kadar öyle hissetmesem de yolun yarısına 1 kalmış
koca adamın tekiyim. Ama pek de yumuşak
olduğu söylenemeyecek mizacım, sanırım ergen dönemlerdeki mutsuz olma
çabalarımın bir armağanı. Evet, üstünüze afiyet, biraz "gergin
görünüyorum."
Ne var ki dünün ergen
günlüklerinde rastladığım bu "rahatsızlığımla" son birkaç yılda hesaplaşmaya
başladığımı sevinerek fark ettim.
Zira yine iki üç yıl kadar önce,
eski Taraf'ın o meşhur "20 sorusundaki
"en
önemli kusurunuz nedir" soruna düşünmeden cevap verecek kadar beni rahatsız
eden "şeyin" kaynağını aslında hep sorgulamışım.
Gazetenin Proust'tan esinlenerek
hazırladığı bu soruyu
"öyle olmadığımda
bile sinirli görünmek" diye cevaplamıştım.
Bugünlerde ise asık suratlardan, melankoliden,
hele hele mutsuzluğu adeta sevenlerden
kaçıyorum. Ve inanır mısınız, kaçtıkça gülümsüyorum. Günden güne daha fazla
gülümsedikçe istemsizce somurtan yüzüm de ritmime uyuyor. Daha da güzeli
somurtkan yüzlere de iyi geliyor gülümsemem; kayıtsız kalamıyorlar bu davete.
Size de şiddetle tavsiye
ediyorum. Zorlayın kendinizi. Sabah yataktan çıkarken ya da banyoda aynaya ilk
baktığınızda
yapmacıkta olsa gülümseyin,
"o makyaj" sonra doğallığını buluyor nasılsa. Sokağa çıktığınızda, iş
yerinize girdiğinizde tanıyın tanımayın, selamlaşın, selamlaşmayın ufacık da
olsa tebessüm edin insanlara. İşi abartıp odanızdaki menekşeye, sokaktaki
köpeğe, güneşe gülümseyin.
Hatta kızdıklarınıza gülümseyin.
Yaşamın, her tekrar edildiğinde kendisini
şarj eden bu enerjisini kendinizden, varoluşunuzu varlıklarını fark etmenize borçlu
olduğunuz karşınızdakilerden esirgemeyin.
Eğer benim gibi sabırsız
değilseniz neşenizden rahatsızlık duyanları görünce de pes etmeseniz ne güzel
olur mesela. Aslında en çok da ruhunu asık suratlarına esir etmiş bu insanlar
için gülümseyin istidadınız varsa. Enerjinizi emmelerini engellediğiniz gibi,
onları da biraz olsun yaşama döndürmüş olursunuz.
Garanti ediyorum güldükçe daha
çok seveceksiniz gülmeyi.
En çekici
kadın, adam, sizin için önce gözlerinin ta içi gülen olacak. Hatta bir bebeğin
kahkahasına gülüşünüzü durup durup hatırlamak, gün içindeki en doğal
ginsenginiz...
Yıllarca asık suratlarda hikmet
aramış bu somurtkan adam böylesine övgüler düzüyorsa gülmeye, illa ki vardır
bir hikmeti, değil mi?
Hadi şimdi benim için bir kere
gülümseyin bu güzel pazara. Söz size, biraz daha iyi hissedeceksiniz kendinizi.
Çünkü mutluluğunuz da, hüznünüz de
inanın size rağmen değil.
