Hepimiz kutuplaşmadan yakınıyoruz. Tartışmaların, karşı tarafı "bezdirerek" çekilmesini sağlayarak elde edilecek anlık hazzın bir aracı olduğundan dert yanıyoruz.
Ne var ki çok azımız irrasyonel olabileceğimiz ihtimalini aklımıza getiriyoruz. Öyle ya, belki de karşı tarafta eleştirdiğimiz arızadan kendimiz mustaribizdir,
zinhar olamaz mı?
Bilmiyorum, bu "kendine aşırı inanç" hali belki de ruhsal bütünlüğümüzü koruyabilmemiz için varoluşumuzun bir güvenlik tedbiridir. Ama bu "zorunluluk" yüzleşmemiz gereken sorunun varlığını ortadan kaldırmıyor. Zira kendi fikrini kendisiyle de tartışabilen insanların pekâlâ varlığı, "fıtratımız bu" diyerek işin içinden
sıyrılamayacağımızın kanıtı. Kaldı ki, konu ruhsal bütünlükse de, algılarına
kusursuz bir anlam yüklemden yanılma olasılığını kabul eden insanların özgüveni ışıl ışıl parıldıyor işte.
Yakınmaların dozu şimdilerde artsa da, sorun bugüne ve gündeme ait değil elbette.
Ama sanırım çelişkiyi belirginleştiren, insanların kusursuz rasyonel varlıklar olduğu "inancını" fetişleştiren, neticede sınırlı ve kusurlu duyuların "sözcüsü" aklı adeta "kutsayan" Aydınlanma Felsefesioldu.
Her hangi bir olaya etkiyen sınırsız parametre içinden ancak üçünü beşini seçebildiğimiz halde, çıkardığımız sonuca "kaide" diyebilme cüretinin adına da böbürlene böbürlene Akıl Çağı dedik. Görüyorsunuz işte;
"Rakamlarla" ifade edebiliyor ve "yeni" diye inancını tartışılmaz tek gerçek diye sunanlar,
başkalarının "hakikatini" daha eskiye dayandığı ve seküler ifadeler içermediği gerekçesiyle
doğma diyerek küçümsüyor. Yo kimse alınmasın ve tarafsız olayım diye,
"karşı taraftakiler" diye devam etmeyeceğim. Çünkü "kibrin" tartılacağı
terazide, her şeyden çok itimat gösterdiği aklının esaretinde yaşayanlar illa
ki ağır basar. Ve kuşkusuz her sabah
güneşin doğmasındaki "katkısını" aklına bile getirmeyen "mütevazılığın" da
hakkı teslim edilmelidir.
Vah zavallığımıza!
Son sözü ilk sözü bırakmak
Gariptir, tartışmalarda karşımızdakinin etkileşime kapalılığından yakınırken, fikrini değiştirme cüreti gösterene de pek iyi gözle bakmayız. Hatta hepimizin derdi günü ne kadar da "değişmediğimizi" göstermektir. "Zaten biz kimse farkında değilken, başka şeyler söylüyorken, ilk önce "demişizdir!" Onlar nasıl da sonradan gelmiştir sözümüze.