Erdoğan tabanını da rakiplerini de dönüştürüyor

A -
A +
Türkiye'de iki siyaset tarzı hâkim. Eski olanına CHP'den aşinayız. O da seçmenin yaygın sosyolojisini dikkate alarak politikalar üretmek. Bu, siyasetçiye müthiş bir siyasi "konfor" sağlıyor. Ancak sonuçları itibariyle toplumun değişik kesimlerine açılımı engellediği için sadece tabanı konsolide etmeye yarıyor.
Diğerinin, yeni olanın pratiklerine ise Ak Parti ve aslında Başbakan Erdoğan sayesinde şahit oluyoruz. Bu tarzda, siyasetçi, tabanın reflekslerini dönüştürecek politikalara cüret ediyor. Evet, bu yöntem ilki gibi "konforlu" değil, ciddi riskler taşıyor. Ne var ki, söz konusu politikalar zamanın ruhuna uygun olduğu için tabandan da karşılık buluyor. Dolayısıyla göze alınan risk sonuçları itibariyle de pozitife dönüşüyor. Bir yandan tabanın ihtiyaçlarına cevap veriliyor. Öte yandan siyasetin dışında kalan kesimlere de hitap ediliyor.
Bu durumun son somut örneğini Başbakan Erdoğan'ın hafta sonunda Diyarbakır'da attığı adımda gördük. Erdoğan 2005 yılında Diyarbakır'da o meşhur konuşmasını yaparken, muhafazakâr tabanının önüne yeni bir paradigma koymaya cesaret edebilmişti. O güne değin tabanının cesur adımlar konusunda "pek de hevesli" olamadığı Kürt sorununa dair reformist bir perspektif açıklamıştı. Geçen süre zarfında bu perspektifin sürdürülebilir olduğunu, dahası muhafazakâr camianın özgürlüklerinin kurumsallaşmasına da katkı yapacağını kanıtladı. Neticede 16 Kasım 2013'te Diyarbakır'da bir meydana çıkıp çözüm sürecine dair "radikal sözler" söylediğinde artık karşısında ikna ettiği, destekleyen bir taban buldu.
Erdoğan'ın, dönüştürme riskini göze alabilmesinin karşı cephedeki artılarını ise, bölgedeki en ciddi rakibi olan BDP'nin son bir haftadaki tavrından çıkartmak mümkün.
Evet, BDP Barzani'nin ve Şivan'ın yıllar sonra Diyarbakır'a gelip çözüm sürecine destek verecekleri haberi üzerine önce refleks olarak klişe yönetmelerine başvurdu. İl Yönetimi kitlesel eylem kararı aldı. Hareketin medyası Barzani ve Şivan hakkında yine müthiş bir itibarsızlaştırma kampanyasına soyundu. Ne var ki Erdoğan'ın bu adımının kendi tabanlarında da karşılık bulduğunu gören BDP strateji değiştirdi. Kuşkusuz bu değişimde Leyla Zana ve Osman Baydemir gibi hakkaniyetli isimlerin çıkışları da etkili oldu. Hatta naif bir ara yol olarak geliştirdikleri, cumartesi günkü oturma eylemine bile "fiilen yüklenmediler."
Evet, Baluken, "katılım parti kararı değildi" dese de hepimiz biliyoruz ki, bu çok güzel hareketlerin kaynağı, harekette baskın gelen ortak aklıselimdi.
Ancak dikkat ederseniz, BDP'deki bu değişim, hâlâ Erdoğan'ın, tabanın reflekslerini dönüştüren cesur reformist siyasetine denk düşmüyor. Doğru, bu, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz üzere, tabanın risksiz dümen suyunda kulaç atmanın bir üst aşaması. Ama tabanın dönemsel pozitif hassasiyetlerine uygun hareket etmekten ötede değil.
Ne olursa olsun BDP'yi tebrik etmeliyiz. BDP hareket içindeki arkaiklerin baskılarına direnip, Zana'nın "Kemalist reflekslerinden kurtulmalıyız" diyerek özetlediği siyaset tarzına yönelebilirse akılcı muhalefete bir adım daha yaklaşacak. Bu durumda da kazanan tüm Türkiye halkı, barış ve demokrasi olacak.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.