O esnadaTwitter... ya da Tommiks terminolojisiyle, "o sırada Kulver kalesi":
"Erdoğan'ın açıklamasıyla ilgili twit atmayacak mısınız? Hadi görelim demokratlığınızı!"
"20 dakika oldu hâlâ bir twit atmadılar... İşte siz busunuz!"
"Öğle yemeğinden döndüm hâlâ twit atmamışlar!"
"Ameliyata giriyorum arkadaşlar, hâlâ ses yok değil mi sözde demokratlardan!"
"Burcucum çok güzel çıkmışsın. Bu arada hâlâ twit atmadılar mı?"
"Hâlâ bir twit atmadılar. Umudum kalmadı. İyi geceler herkese!"
"Günaydın! Rüyalarım gerçek çıktı. Hâlâ bir twit yok!"
Bizler için şaşırtıcı bir durum yok ama yine belirteyim, şaka yapmıyorum. Başbakan Erdoğan'ın öğrenci evleriyle ilgili sözlerinin haber olduğu saatlerde twitter bu haldeydi, gerçekten!
Sağ olsunlar, neşe kaynağımız oluyorlar. Yani bizce bir sorun yok; hatta gündemde kalmamıza sağladıkları katkılar için kendilerine müteşekkiriz de. Ancak insan böyle bir yaşam sürenleri düşününce çok da bencil davranamıyor işte. Öyle ya biz gülüp eğlenirken...
Bir düşünün Allah aşkına. Sabah uyanıyorsunuz aklınıza özledikleriniz ya da yeni günün getirecekleri yerine "nefret ettikleriniz" düşüyor. Yazık kendilerine, çevrelerindekilere, kedilerine, köpeklerine ve hatta her sabah yüz yüze geldikleri banyodaki aynalarına...
İşte, öğle yemeğinde, ikindi sohbetinde, parkta gezerken, iyi gelecek bir randevuya giderken... kahretsin yine nefret objeleriniz aklınızda. "Dur bakayım twitter'a, facebook'a, şuraya buraya ne yapıyorlar?"
İnsanın bu haldeyken kendisiyle, bu büyük kinle yaşaması ne büyük bir ıstırap, Allah yardımcıları olsun.
Ama temenniyle yetinmemek sorumsuzluk olur. Evet, devletin hayatlarımızdan elini çekmesini istiyorum ama bu genç-yaşlı Werterleri de bir başına bırakmasının aymazlık olacağını düşünüyorum. Rehabilitasyon yasası falan artık adı her neyse bir an önce çıkartılmalı. Ne bileyim psikiyatri kliniklerinin şartları iyileştirilmeli, tedavi cazip hale getirilmeli mesela. Kinle beslenen bu arkadaşlar, kendilerinden kurtarılmalı.
Öyle ya, sorarım size, asıl, hangi anne baba çocuğunun böyle bir hayat sürmesini ister.
Yalan söylüyorsun yalannnn!
Zira Gandi'nin dediği gibi kinleri yüzünden değil, bizzat kinleri tarafından şimdiden cezalandırılan bu arkadaşların durumu vahim.
İdeolojik bir hapishanede yaşadıkları için karşılarındaki insanların da kendileri gibi robot olduğunu ve sonuna kadar öngörülebilir davranacaklarını sanıyorlar. Özcü bakış açıları, kendi çevrelerine elleriyle ördükleri dört duvarı, nefret ettikleri insanların "sınırları" sanmalarına neden oluyor.
Bilinçaltlarında, birey olmak, öznel tavır geliştirmek öylesine uç bir tavır ve aslında gizli özlem ki, bunu başarma yolundaki demokratların çıkışlarını gördükçe inkâr nöbetlerine tutuluyor.
Tıpkı Türk filmlerinin o unutulmaz sahnesinde olduğu gibi, "Seviyor musun söyle söyle söyle" dedikleri sevgilileri, onların ısrarı üzerine olmasa da "seviyorum" deyince "Yalan söylüyorsun, yalan..." diye azarlanıyorlar. Çünkü dertleri, istediklerini duymak değil, kinlerine gerekçe bulmak, onu realize etmek.
Başbakanın öğrenci evleriyle ilgili çıkışı üzerine, bugüne değin ulusolcu ve Kemalist cepheye dâhil olmayan kalemlerin eleştirileri karşısındaki tavırlarına bir bakın. İşte, size Mehmet Barlas'la başlayan bir örnek haber:
"... Nazlı Ilıcak, Melih Altınok ve Gülay Göktürk de AKP'yi eleştirmek zorunda kaldı" (Birgün, 7 Kasım 2013)
Zorunda kalmak? İlahi arkadaşlar... Siz bu şarkıyı her eleştirimizden sonra söylemiyor musunuz zaten? Eleştirmek konusunda ekstra bir motivasyonumuz yok ama elimizi korkak alıştırmadığımızın kanıtı da arşivlerimiz.
Yoksa mevzu yalnızca "skor" mu? Hayır, sizin için söylüyorum, bizlerin tavrı "hayat memat meselesi" dediğiniz konudan daha mı önemli, yine? Demokratları linç edince sorun da çözülmüş mü sayılacak?
Keşke sizce şu rijit karşı şovu bırakıp, gözünüzü kör eden nefretinizi sorgulayıp, AK Parti'yi gerçekten muhalefete muhtaç noktalarda eleştirseniz de, muhalefet yapmak sadece üç beş demokrat kalemin "zorunluluğu" olmasa.