Muhalefetin Köşk seçim sürecine iliştiği yegane nokta AK Parti'nin
olası ikinci adayı olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e "oynamak."
Yo, "fitne peşindeler"
edebiyatı falan yapmayacağım. Zira Hem sevgili Ahmet Kekeç'in dediği gibi bu kelimeyi duyunca midem bulanıyor, hem de fitnenin siyasi rekabette
meşru bir argüman olduğunu düşünüyorum.
Beni asıl
düşündüren, bir seçimde koltuğu kimin kazanacağına dair projeksiyonlarda
bile tahminlerin, sadece bir partinin olası "adayları" arasından yapılmasının muhalefet adına "acziyeti."
Üstelik bu garip durumu, öyle sanıldığı gibi "güçsüzlüğünü fark edip reel politik çözümler geliştirme" olarak da okuyamayız. Çünkü muhafazakâr siyaset pratikleri CHP'nin ya da ona ilişik solun düşündüğü gibi işlemiyor.
Artık bir gelenek olarak pekâlâ bahsedebileceğimiz AK Parti hareketinin bu iki önemli ve "doğal" aktörü birbirlerinin "farkındalar." Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan'ın "gücünün" farkında; tıpkı Erdoğan'ın, Gül'ün "değerini"
bildiği gibi. Dolayısıyla pekâlâ var olan siyasi farklılıklarını
olası seçim yarışında kullandıklarında, muhataplarının kararsız
seçmenden ziyade kararlı taban olacağını görüyorlar.
Muhalefetin Köşk adayının kim olacağı mevzuunun, ancak Gül'e göz dikmelerinden sonra gelen "b"
planı kapsamında konuşulması ise daha büyük bir soruna işaret ediyor.
Öyle değil mi ama? Bir yarışa aktif olarak katılabilmeniz için size önce
bir favori gerekir. Rakip tarafı içte huzursuz edecek stratejiler
geliştirmek yarışta talidir.
Ama yok. "Adayınız kim?" diyorsunuz. "Adayın önemi yok hele bir birleşelim"
diyorlar. Tamam yine birleşin de, olası seçim zaferinde kişisel
özelliklerinin etkisi çok yüksek olacak bir adayı, kim olduğu önemsiz
bir adayla devirebileceğinize nasıl inanırsınız?
Ayrıca muhalefet cephesini örgütlediğiniz bileşen sayısının, alınacak
oyla doğru orantılı olmadığını anlamanız için daha ne gerekiyor size?
Hadi, hep birlikte girdiğiniz son yerel seçimdeki başarısızlığınızın
dersini yeni olduğu ve elektrikler de kesildiği için çıkartmadınız
diyelim. Ama siyasetin temel mantığından da bihaber olamazsınız ya!
Seçimde önemli olan aktörlerin seçilmek için yan yana gelme
iradelerinden ziyade, seçecek olanların yan yana getirilmesindeki
maharettir. Dolayısıyla o koltuğu size rakibinizin sevmeyenleri değil,
sizi sevmeye ikna edebildikleriniz armağan eder.
Evet bunlar "sıkıntı"
verici sorular. Cevabınızı da uluorta söyleyemiyorsunuzdur, anlıyorum.
Ama en azından kendinize şu kolay olanı sorun: Erdoğan gibi, oyu
partisiyle özdeş hatta kimi zaman "ona" rağmen olan bu
denli güçlü bir aktörün karşısında, kim olduğunun da önemi olan adayınız
kim? E zorlanıyorsanız daha ne duruyorsunuz?
Seçmenlerinizin yanı sıra, muhalefete elbette ihtiyacı olan Türkiye
demokrasisini rakipsiz bir seçime daha mahkûm etmeye ne hakkınız var?
İyisiyle kötüsüyle onlarca yıllık geçmişi olan partilerinizin
tabelalarındaki o janjanlı isimlerinizin de mi hatırı yok?..