Dün The Guardian'da okuduğum bir makale, derdi IŞİD'le mücadele olanların nelere kafa yorması gerektiğini göstermesi açısından ibretlikti.
Bildiğiniz üzere bu terör koalisyonu gücünü soğuk silahlardan daha çok sıcak insan desteğinden alıyor. IŞİD propaganda aygıtı, dünya çapında müthiş bir enternasyonalist dayanışma ağı oluşturup, harekete hergün yüzlerce katılım sağlıyor. Dolayısıyla aklı başındaki aktivistler ve barış gazetecileri de enerjilerini söz konusu kolektif deliliğin kodlarını deşifre etmeye vakfediyorlar.
Homa Khaleeli de Guardian'daki makalesinde, sayıları her geçen gün artan Britanyalı kadınların IŞİD'e katılımlarını mercek altına almış. Ancak bizim diplomatik yazarlar gibi özcü bir bakış açısıyla aslında mağdur olan Müslüman kadınları şeytanlaştırarak değil, onları bu akıl almaz "tercihe" sürükleyen nedenlere odaklanarak.
11 Eylül saldırıların ardından Avrupa'da ve ABD'de atını dört nala koşturan güvenlik devleti paradigması ve ona bağlı olarak yükselen oryantalizm-İslamofobi kocaman bir uçurum insanları kitlesi oluşturdu. Bu baskı ve dışlanmışlık ortamında büyüyen ve kendilerine "9/11 kuşağı" denilen Müslüman gençler, özellikle de cinsiyetleri nedeniyle iki kez "tecrit" edilen kadınlar, devletlerin güvenlik paranoyası nedeniyle hızla radikalizme itiliyor. Bu ülkelerin kültür endüstirisi de sistematik ötekileştirme yangınına benzin döküyor.
Dini inançların gereği gündelik yaşam pratiklerinden ötürü, vatandaşı oldukları ülkede kariyer yapmaları engellenen, 3. sınıf işlere mecbur bırakılan gençler tarifi imkansız bir bunalım içinde. Sistemden ve birarada yaşama umudundan tamamen kopmuş durumdalar. Hatta bu baskı öyle bir boyuta varmış durumdaki kamusal alan bu insanlar için adeta bir hapishane. Kaçtıkları dört duvar arasındaki evleri ise, sosyal medya vb araçlarla bastrılmış isyanlarını IŞİD türü sapkınlara adamaları için birer rehabilitasyon merkezi!
"İhtiyaç" öyle bir boyuttaki, Britanya'daki bazı seyahat acenteleri Irak Kürdistanı gibi yerlere "turistik rahatlama" seyahatleri düzenliyor!
Ask.fm gibi mecralarda, Müslüman kadınların ağırlıkta olduğu gençler "IŞİD'e katılacağım ancak param yok. Sesimi duyan var mı!" şeklindeki mesajlarına mutlaka karşılık buluyorlar.
Üstelik bu felakat yalnızca Britanya ile sınırlı değil. Diğer Avrupa devletlerinde de durum farklı değil.
İşte bizlere "vay canına, dedirten, Avrupa ülkelerinden IŞİD'e binlerce katılımın yapısal nedenlerinden biri.
IŞİD'i yenmek mi siyasi hasmını dövmek mi?
Tabii "bizim illerde" bunlar konuşulmuyor bile.
Birkaç ay önce bu sütunda, Antep havalimanı'nda IŞİD'e yurtdışından katılımları engellemek üzere kurulan birimden bir polis memuruyla yaptığım sohbeti okumuştunuz. (IŞİD'in yoldaşları 25.06.2014/ Türkiye)
Görevli polisin anlattıkları ürkütücüydü. Zira nerdeyse sıfır yurtdışı istihbaratına rağmen, hergün yabancı ülkelerden gelen pek çok kişiyi, IŞİD'e katılacakları şüphesiyle durduklarını anlatmıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın son beyanatlarından birinde bu nedenle sınır dışı edilenlerin sayısının 5000'e ulaştığını resmi olarak açıklamasıyla da kafamdaki tablo iyice netleşti.
Ne var ki, uluslarası istihbarat paylaşımı noktasında yalnız bırakılmasına rağmen bu takdire şayan çabayı gösteren Türkiye neredeyse IŞİD terörünün ortağı gibi gösteriliyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun sırtındaki 49 rehine yüküne karşın IŞİD'e yönelik sert tavrı ve Türkiye'nin bu yapıyı terör örgütü listesine alması ise ısrarla görmezden geliniyor.
İşin ilginç yanı ise, Türkiyeli muhalefet partilerinin ve bazı diplomatik yazarların bu kara propagandada "oryantalist ecnebilere" adeta nal toplatması.
CHP ve ulusalcıların "İşte bunların hepsi İslam" şeklinde özetleyebileceğimiz tavrının üzerine pek bir şey söylemeye gerek yok. Ne var ki bölgede Türkiye'nin IŞİD'e karşı sert tavrına PYD vasıtasıyla bizzat şahit olan egemen Kürt siyasal hareketinin riyakarlığı gerçekten üzüntü verici. Bu halleriyle dertlerinin ağırlıklı olarak Kürtleri ve Ezidileri katleden IŞİD teröründen ziyade AK Parti iktidarı olduğunu açıkça gösteriyorlar. Çünkü bu terör örgütüyle ilgili olarak siyasi husumetin şekillendirdiği bir söylem tutturmak, hareketi doğuran, büyüten ve destekleyen asli unsurların sorumluluğunu gölgeliyor. Yitip giden canlara, tecavüz edilip karartılan hayatlara karşın söz konusu yapıyla mücadeyi adeta karikatürize ediyor. Neticede de IŞİD'in durdurulmasını geciktiriyor.
IŞİD'in yakıtı İslam değil İslamofobi
IŞİD'in faaliyet gösterdiği coğrafyaya sınır olan devletlerin Müslüman devletler olması ve doğal olarak harekete katılımların onların toprakları üzerinden gerçekleşmesi, batı'daki bataklığın tartışılmasını engelliyor. Tıpkı uyuşturucu trafiği konuşulurken, üretim ve tüketim merkezlerinin gözardı edilip transit ülkerin taşlanması gibi.
Ama son yüzyıldaki performansıyla insanlığın ortak birikimi olan değerlere "lanetlenen" Ortadoğu'dan katbekat fazla zarar veren batı ve modernizmi pek mahir. Ayrımcı ve ötekileştirici "yeni medeniyetin" neden olduğu yıkımlardan, yüzlerce yıllık dini anlatıları mesul kılmayı ustalıkla başarıyor. Artık devlet pratikleri açısından açıkça faşizmle eşleşen sekülerizmlerinin dayattığı normlarla "delirttikleri" ötekileri yine ötekilere kırdırıyorlar. Kentlerinin istenmeyenlerini iradeleriyle "o coğrafyalara" sürgün gönderip bir taşla iki kuş vuruyorlar.
Az gelişmiş ülkenin geri kalmış muhalifleri de, Avrupa refahını terk edip kapanan ve savaşa katılan gençlerin, kadınların öykülerini "fundamantelizm nelere kadir mirim" nidalarıyla hayretler içinde dinliyor. Mevzuu bu sığlıkta anlamaya çalışıyor. Tıpkı dağa çıkan 15-16 yaşındaki Kürt gençlerini "ne zorun vardı da anneciğinin kucağını bıraktın be kuzum" diyerek anlamaya çalışanlar gibi.
Evet yaşanan bunca sistemli kötülük gösteriyor ki, insanlık olarak gerçekten "bir zorumuz" var. Ama gözümüzün önüne konulan umacıların büyüsünden kurtulup "bir ihtimal daha var" demeden modernizm bataklığının aklımız ve vicdanımız üzerindeki tahribatını görmemiz çok zor.