Hafta sonu İstanbul'da bir rezidans inşaatındaki asansörün düşmesi sonucu 10 işçi hayatını kaybetti!
Ama ne yazık ki bu vahşet adeta sıradan bir durum! Sigorta kayıtlarına göre sadece yapı iş sektöründe beş yıllık dönemde bin 754 işçi öldü.
Bu vahim tabloya rağmen ülkece havanda su dövmekten başka bir şey yapmıyoruz.
Evet, muhalefet mevzu siyasi husumetinin hesabını göreceği bir alan görüp klişe söylemler eşliğinde lanet okumaktan başka bir şey yapmıyor. Olayda birinci sorumluluğu olan siyasi iradenin meşruiyetini tartışmayı bırakıp enerjisini bir türlü taleplerini yükseltmeye kanalize edemiyor. Sendikal mücadele patriklerini, işçilerin niçin örgütlülüğe yanaşmadığını sorgulamıyor, işin kolayına kaçıyor. Hatta aralarında, imar faaliyetlerinin kendisine düşman kesilen 19. Yüzyılın "makine kırıcılarının" reenkarnasyonlarına bile rastlamak mümkün! Felaketin nedenlerini ve sorumlularını talilleştiren bu halleriyle de dertlerinin yitip giden canlar değil "devrimcilik" oynamak olduğunu açık ediyorlar.
İyi de hepimizin eleştirdiği muhalefetin sefaletini teşhis ederek rahatlamak mümkün mü?
Öyle ya, ben yönetim haklarımı meşru ve demokratik seçimler vasıtasıyla bir siyasal iktidara süreli olarak vermişim. Dolayısıyla ülkede işçi ve çalışma güvenliği konusunda bir sorun baş gösterdiğinde de gözümü meşru temsilcilerime dikiyorum. "Evet," diyorum "ne yapacaksınız?"
Herhalde onlar da "muhalefet niçin de iyi muhalefet etmiyor" diyerek konuyu kapatamazlar!
İşçi güvenliği için de çözüm süreci
Evet, Marks'ın "zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar" dediği işçilerin, emekçilerin göz göre ölmemesi için hükümetin imtina edemeyeceği sorumlulukları var.
Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Hükümeti, acil bir iş ve iş güvenliği eylem planı hazırlamalılar. Mevzuat hazretlerinin soğuk dilini ve uç hedefleri bir yana bırakıp hemen hayata geçirilecek 3-5 maddelik bir "zorunluluklar" listesi oluşturmalılar.
Konunun uzmanı değilim ama ilk aklıma gelen naçizane bir iki maddeyi sırlayayım.
Öncelikle iş kazlarını düzenleyen ceza yasaları caydırıcı hale getirilmeli.
Çalışma ruhsatı alma ve iş başı yapmak için, işyeri ve işçi sağlığı konularındaki kalemlerin sırlamasını ilk sıralara taşınmalı ve bu alandaki yetkililerin sorumlulukları açıkça tanımlanmalı.
Çalışma koşullarının işçilerin ve işverenin keyfiyetiyle şekillenmesini engellemek için kontrolörlük mekanizması etkinleştirilmeli. Kaza durumunda denetim görevlilerinin sorumluluğu da gündeme gelmeli.
Soma Faciası sonrası görüştüğüm Çalışma Bakanı Faruk Çelik'in de ciddi bir sorun olarak gördüğünü ifade ettiği taşeronlaştırma konusunda acil bir iyileştirmeye gidilmeli.
Dostların alışverişte görmesinden başka bir işe yaramayan seminer ve konferans kolaycılığı yerine somut soruların cevabı "muhataplarında" aranmalı. Mesela yurtdışındaki projelerde iş kazası sicili son derece temiz olan Türk inşaat sektörünün, yurtiçindeki sabıka dosyası nasıl bu kadar kabarık olabiliyor?
Özetle, yeni Türkiye'yi toplumsal barış ve demokratikleşme perspektifiyle şekillendiren siyasi irade, bu vizyonda kara bir leke gibi duran iş ve işçi güvenliği için de bir çözüm süreci başlatmalı.
İşçilerin oyunun karşılığı ödenmeli
Bu görev icracı makamın başında olması bir yana, ağırlıklı olarak temsil ettiği seçmenine karşı Başbakan Ahmet Davutoğlu için "siyasal bir diyet" de.
Zira Ak Parti zenginlerden değil, çoğunluğunu işçi ve emekçilerin oluşturduğu dezavantajlı kesimlerden alıyor. Yani Davutoğlu CHP ve diğer muhalefet partilerinden daha yakın durduğu "sınıfın" sorunlarına karşı daha duyarlı olmalı.
Ak parti, Türkiye'deki muhafazakâr partilerin ve hareketlerin boynuna, işçi sınıfıyla alakası olmadığı halde "sınıfsal takılan" kesimlerce takılan "sermaye taraftarı" yaftasını parçalayabilir.
Bunun ilk adımı da, geçmişin muhafazakâr siyasi geleneklerinin emek-sermaye çelişkisindeki kanıksamış pozisyonu sorgulamaktan, yani tıpkı işçiler gibi kaybedecek tek şeyinin zincirleri olduğunu görmekten geçiyor.