17 Ağustos Depremi

A -
A +

Marmara Depremi 1999'un 17 Ağustos sabahı saat 03.02'de yakalamıştı insanları... Hem de uykularının en tatlı yerinde. 45-50 saniye içinde hasar gören ve de yıkılan binaların sayısı on binleri buldu. O kadarcık zaman diliminde yuttuğu insan sayısı ise 15 bin 500! Kimi çocuk, kimi asker, kimi kadın, kimi de taze damattı bu kişilerin. Göz açıp kapayıncaya kadar hepsi gitti. Richter ölçeğiyle 7.4 şiddetindeki bu büyük depremin maliyeti de çıkarıldı: 8.5 milyar dolar! İstanbul'un Avcılar, Küçükçekmece ve Tuzla ilçeleri ile Kocaeli, Adapazarı ve Gölcük... bu geniş alanda kimi eşini kaybetti, kimi işini, kimi iş yerini, kimi de evini. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür! Toplumlar da tıpkı insanlar gibi unutmaya meyilli ki, unutuverdik 7 sene önce yaşanan bu acıyı. Binalardaki çatlaklar sıvandı, acılar bağra basıldı ve hiçbir şey olmamış gibi devam etti hayat!.. Acıların unutulması, insanoğlu için hiç şüphe yok ki, büyük nimet. Her gün aynı acıyla yaşamak mümkün değil çünkü. Ancak, aynı unutkanlığı deprem gerçeğine de göstermek büyük hata! İnsanların karşısına apansız çıkan ve ne varsa hepsini yerle bir eden bu felaketi, bir daha olmayacakmış gibi algılamak mümkün mü? Biz algılıyoruz ama! Bu çürük düşünce tarzının, daha doğrusu rehavete kapılmanın sorumsuzluktan başka bir izahı var mı? Türkiye rehavete kapılmak yerine keşke, o gün bu meselenin üzerine ciddiyetle gidebilseydi. Keşke! Gidebilseydi ne olurdu biliyor musunuz? On binlerle ifade edilen hasarlı binalar bugün olmazdı bir kere. Depremle birlikte ekonomik değerinin neredeyse tamamını kaybeden bu binaların sahipleri hepsini elden çıkardı daha sonra. Nasıl oldu bu iş? Devletin müsamahasını fırsat bildiler de ondan. Tek tek sattılar hepsini. Hem de iyi parayla. Yaşlı eşeği boyayıp satmak değil de nedir bu? Belki de bir aileyi yok edecek olan kusurlu bir binayı satmak hangi vicdana sığar? Bu binanın satışına göz yummak hangi sorumluluğa uyar? Hiç araştırmadan bu binayı alıp çoluğunu çocuğunu içine oturtmak hangi baba yüreğinin işidir Allah aşkına?!. Keşke, diyorum. Keşke! Türkiye'de çürük diş gibi sallanan binalar salt deprem yorgunu binalar değildi. Gecekondular... ruhsatsız binalar... imar izni olmayanlar... saymakla bitmez bunlar. Yüzde 80'i böyle. Keşke, bu gecekondular yıkılabilse, çürük olanlar sağlamlaştırılsa ve yeniden planlanan şehirler kurulabilseydi. Olmadı! Yedi senedir uzmanlar konuşuyor. "Başta İstanbul olmak üzere birçok şehir, depremle iç içe yaşıyor. Kimi faylar kırık, kimi de kırıldı kırılmak üzere. Aman bir çare" diye. Ama duyan kim? Evet, kabul etmek lazım ki, Marmara Depremi'nden sonra yapılan binalar sağlam inşa edildi. Yapı denetim firmaları tarafından denetleniyor hepsi de ama ya geride kalanlar? Keşke, 17 Ağustos Depremi'nde zayi olan 8.5 milyar dolar, daha evvel bu binalara harcanmış olsaydı da hiçbirisi yıkılmasaydı. Onca insan ölmeseydi. Hadi, o bir hataydı diyelim. Ya, bundan sonrasına ne demeli? Mademki deprem bu ülkenin bir gerçeği. O halde neden gelip çatacağı o günü bekliyoruz? Uzmanlar, Marmara'da meydana gelmesi muhtemel depremin yine on binlerce cana mal olacağını, milyarlarca dolar değerindeki binaların toprak altında kalacağını ve binlerce iş yerinin yıkılacağını söylüyorlar. İşini kaybedenlerin sayısı en az 200 bin kişi olurmuş. İstanbul'da gerçekleştirilen Altıncı Uluslararası Afet Riski Yönetimi Konferansı'nda konuşan uzmanlar söylüyor bunu. Küçük ve orta ölçekli işletmeler deprem riskine hazır değilmiş çünkü. Bütün bunları duydukça, keşke, diyorum dönüp dönüp. Keşke, depreme karşı daha ciddi tedbirler alabilsek. Keşke!.. Şayet depreme karşı tedbir almakta "körler sağırlar, birbirini ağırlar" durumundan çıkıp kararlı davranabilseydik, en başta toplum kültürümüz değişirdi. Yaşadığımız bölgeler emniyetli olurdu. Hayat standardımız da yükselirdi. Kalitesizliğe bir dur demiş olurduk ayrıca. Üçkağıtçıların, sorumsuzların ve vicdansızların meydanlarda cirit atması da önlenmiş olurdu. İnşaatta başlatılan bu hassasiyet gıdaya, çevreye, sağlığa ve içtiğimiz suya da yansırdı ama olmadı, olmuyor nedense?!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.