2010 yılında bazı gıda maddeleri aşırı fiyatlandı. En başta salça: Yüzde 50'ye varan fiyat artışı ile ulaştı tüketiciye! Et fiyatları da öyle; yüzde 30-35 arttı, hem de onca ithalata rağmen. Hububat ve bakliyatta da artış oldu. Margarin de sürpriz bir çıkış yapıp yüzde 20-25 artışla kapadı 2010'u. Peki, 2011'de ne olacak gıda maddeleri fiyatı? Bu sorunun cevabını vermek için dünyada neler olup bittiğine bakmak lazım evvelemirde. Çin ve Hindistan dünya ekonomisinin yeni aktörleri. Yaşadıkları hızlı büyüme; bu ülkelerin gıdaya olan taleplerini arttırdı. Dolayısıyla gıda sektörü canlandı. Gıda sektörü, tıpkı borsa gibi spekülasyona açık bir sektör. "Kürsel ısınma" spekülatörlerin zaten sık kullandığı bir araçtı. Bunun üstüne bir de "Hindistan" ve "Çin" alternatifini ilave etmek için çok çırpındılar ama 2010 senesinde mevsimler iyi gitti ve ürün sıkıntısı pek yaşanmadı. Dolayısıyla hevesleri kursaklarında kaldı, bu kan emicilerin. Unutmamak lazım ki, Çin ve Hindistan'ın gıdaya olan ihtiyacı gün be gün artıyor. Hem nüfusları çok kalabalık, hem de satın alma güçleri artıyor bu ülkelerin. Bunlar olumlu gelişmeler tabii. Yeter ki, Türkiye doğru pozisyon alsın ve bu büyük pazarlardaki talebi karşılama becerisi göstersin. Tam bu noktada Türkiye'nin tarım potansiyeline ve tabii sanayine göz ucuyla da olsa; şöyle bir bakmakta fayda var. Türkiye'nin kendi halkına ucuz ürün sunması lazım bir kere. Ayrıca, hem üreticiyi memnun etmesi ve hem de dünya pazarından daha fazla pay alması da gerekiyor. Bu kadar önemli politikaları belli bir strateji olmadan başarmanın ne imkânı var, ne de şansı. Bütün bunları palyatif tedbirlerle halletmenin imkânı yok ama burası Türkiye! Her meselesini olduğu gibi gıda meselesini de palyatif tedbirlerle çözmek gibi kötü bir alışkanlığı var! Dediğim gibi, pazar gani. Aha Çin ve Hindistan pazarı. Hakeza Rusya. Kendi ülkemiz de öyle. Üretici desen; üretici firma da var. Var olmasına var ama hepsi KOBİ. Palazlama döneminde yani. Dünya pazarında yaşanan çalkantıları göğüsleyecek güçte değiller henüz. Ellerinden tutulması, kendilerine destek verilmesi gerekiyor. Kim yapacak bunu? Devlet tabii. De... hani?!! Üstüne üstlük 13 Aralık 2010 günü 5996 Sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle birlikte Türk gıda sanyinin işi iyice zorlaştı. Kendini yeniledi, yeniledi; yenileyemezse çoğu kapanır bu işletmelerin. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) Başkanı Şemsi Kopuz, "Mevcut gıda işletmelerinin yarısı, kapanma tehlikesiyle karşı karşıya" dedi. Buyur buradan yak! Bunu söyledim diye gıda sanayicilerinin, sektörü AB standartlarına uyumlu hale getirmek maksadıyla çıkarılan 5596 Sayılı Kanun'a karşı olduklarını sanmayın sakın. Tam aksi; istiyorlar. Onlar işletmelerini yenilerken yalnız kalmaktan korkuyorlar sadece. Eh, haksız da sayılmazlar hani. Şayet bu işletmeler yaşasın ve dünyadaki rekabete hazırlansın isteniyorsa, onları desteklemek lazım. Hükümet'ten beklenen bu. Hem finansman desteği verilmeli, hem de akılcı planlamalarla gıda ve içecek sanayinin önü açılmalı. Yoksa, değil ihracat yapmak; kendi halkını dahi doyuramaz Türkiye!