Bendeniz sadece Coca Cola sanıyordum ama Knorr da öyleymiş. Malum, Coca Cola kimyacı Dr. John. Stith Pemberton tarafından bulundu. Dr. Pemberton birçok bitki kökü ile deney yaptı, sonunda iki bitkide karar kıldı. Coka'nın yapraklarından, Cola bitkisinin ise cevizinden meydana getirdiği bu içeceği serinletici, neşelendirici ve canlandırıcı ilaç olarak kullandı ilk zamanlar. Baktı gördü ki, hasta olmayanlar da kullanıyor; işte o vakit işi ticarete döktü. 1888'de Coca Cola Co şirketi kuruldu ve bu şirketin ürettiği ürün Atlanta'daki "Jacop'un Eczanesi"nde satılmaya başladı. Coca Cola, Dr. Pemberton'ın kendi el yazısıyla yazdığı logoyu ta o tarihten beri hiç değiştirmeden kullanıyor ve Coca Cola bugün sadece marka değeri 45 milyar dolar eden bir firma. Hani o birbirine girmiş Coca Cola yazısı varya, işte o; tamı tamına 45 milyar dolar ediyor! Knorr'un hikâyesi de pek farklı değil. 1838 yılında çeşitli bitkilerden elde ettiği karışımla çorba üretmeye başlayan Carl Henrich Knorr o çorbaların daha sonra 1884 yılında fabrikasyon üretime geçeceğini ve dünyanın en büyük firmalarından birisi olacağını rüyasında görse inanmazdı herhalde? Knorr 2001 yılında bir Amerikan şirketi olan Best Foods tarafından 24 milyar euro bedelle Unilever'e satıldı. Satışı bu kadar yüksek değerle gerçekleşen Knorr markası Carl Henrick Knorr'un imzasını temsil ediyor haddizatında. Bir imzanın 24 milyar euro etmesi çok enteresan bence. Enteresan çünkü, birçok firma bu hacimde ciro bile yapamazken, Coca Cola ve Knorr gibi işletmeler sadece marka değeriyle rekor kırıyor. Bizim milletimiz uyanıktır. Ben böyle bir fikir verdim diye eline kalemi alıp imza atan olabilir. Hemen söyleyeyim ki, yeltenmeyin! Avucunu yalar böyle yapanlar. Çünkü, mesele sadece imza değil. 170 sene önce temeli atılan Knorr'a daha sonra gelenler kendilerinden bir şey ilave etmemiş olsaydı, bugün ne o marka olurdu, ne de 24 milyar euro. Şayet imzanıza sahip çıkacak, onu gözü gibi koruyacak geride kimseniz yoksa hiç zahmet etmeyin. Tıpkı buza atılan imza gibi erir gider! Bir ürünün piyasada hüsnükabul görmesi için onu tüketiciye ulaştırmak lazım evvel emirde. Ulaşım derken salt araca yükleyip müşterinin ayağına götürmeyi kast etmiyorum. O ürünü tanıtmak da lazım. Ayrıca, sabır şart bu işte. Dünyanın en güzel ürününü yapsanız, onun müşteri tarafından benimsenip kullanılması için senelerin geçmesi gerekiyor. Bu müddet zarfında bir taraftan tanıtım yapacak, bir taraftan ürünün sağlığa iyi geldiğini anlatacak, bir taraftan da müşterinizin size yeni müşteri bulması için onun memnuniyetini sağlayacaksınız. Sözün ucu buraya gelmişken sizinle bir tespitimi paylaşmak istiyorum. Bir şirketin uzun ömürlü olabilmesi, biraz da o şirketin bulunduğu çevreye bağlı. Daha önce Coca Cola'nın merkezi olan Atlanta'yı ve oradaki fabrikayı gezme fırsatı bulmuştum. Birkaç gün önce ise Knorr'un merkezi olan Heilbronn'u gezip dolaştım. Knorr'un global teknoloji üssüne girdim. Sudan para kazanmak İster Coca Cola, ister Knorr olsun. İlk etapta her ikisinin de çok basit ürünler sattığı geliyor insanın aklına. Öyle ya; Coca Cola, su satıyor bir yerde. Cnorr'un sattığı ise bir tutam bitki tozu nihayetinde. Fakat, her ikisinin de kendine has bir formülü var ve o formül olmadan ne yapılan meşrubat meşrubat oluyor, ne de çorba çorba. Sır gibi saklıyorlar tabii bu formülü. Fakat, o formülü korumak ve hatta geliştirmek için binlerce uzman gece demeden gündüz demeden çalıyor da çalışıyor. Hasılı, adamlar ottan ve sudan para kazanıyorsa da boşuna değil bu. Müthiş bir emek var bu işin arkasında. Ayrıca, işi ciddiye alma da tabii. Gelelim asıl tespitime. Bir şirket şayet düzenli bir şehirde faaliyet göstermiyorsa, ağzıyla kuş tutsa bir işe yaramıyor. Atlanta ve Heilbronn... Bu şehirler iyi yönetilmiyor olsaydı ne Coca Cola olurdu bugün, ne de Knorr!.. Bu şehrin her ikisi de kaidesi, kuralı olan şehir bir kere. Doğru yönetiliyor ve pırıl pırıl her ikisi de. Kuralları şıkır şıkır işliyor. Herkesin birbirinin üstüne basıp geçtiği şehirlerden global şirket çıkmıyor. Şayet, çıkmış olsaydı Türkiye'den çıkardı. Yok! Neden? Türkiye'de doğru dürüst yönetilen şehir yok da ondan. Şirket veya şehir. Her ikisinin de gelişip serpilebilmesi için tasarım gerekiyor. Geleceği tasarlanmamış şehir şehir olmuyor, şirket de şirket!..