Bizim mesleğin en enteresan tarafı, belki de zamana karşı verdiğimiz yarıştır. Gazeteci, zamanın nasıl geçtiğini asla bilmez. Günün 24 saati çalışırız. İş yoksa, düşünürüz. Ne kadar araştırsak, ne kadar karıştırsak yine de eksik bir şeyler kalır. Dibini bulamayız bir türlü. Senelerdir doğru dürüst izin yapmadım. Eşe dosta 'İzne çıkın. Kafanızı boşaltıp öyle gelin' diyen biri olarak yapmadım hem de!.. Ben izne ayrılsam, ülke karman çorman olup ekonomi rayından çıkacak ve işler duracak sanki!.. Komik ama gerçek. Böyle bir halet-i ruhiye içindeyim!.. Şimdilerde her şeyin yolunda gittiğine bakmayın. O toplantı senin, bu toplantı benim koşturuyorum da ondan. O toplantılara gitmesem var ya, her şey tersine döner! Sadece toplantı olsa yine iyi. Anadolu'yu da dolaşıyorum. Bazı sabahlar uyandığımda, nerede olduğumu idrak etmek için 3-5 saniye düşünmek zorunda kalıyorum. Adana'da mıyım? Van'da mı? Yoksa Malatya'da mı? Bu bir hastalık tabii. Akıl hastanesini gezen biri içerdekilerin çokluğunu görüp, "Burada kaç kişiniz" diye sormuş. Deli omzunu silkip, "Asıl siz" demiş. "Siz, kaç kişiniz?" Benim durumuma uygun bir fıkra. Bugünlerde kendimi âdeta vatan kurtaran kahraman gibi görmeye başladım. Allah'a şükür ki, hastalık bütün aklımı alıp gitmemiş. Bir köşesinden ışığı görüyor ve hastalıktan kurtulmak için tatil yapmam gerektiğini biliyorum. Kafamı ve bedenimi dinlendirmem lazım. Bir sene daha izne çıkmazsam, belki o melekemi de kaybedip daha izne çıkmayacağım! Böyle bir tehlike var yani. Kafayı yemeye niyetim yok. Azıcık aklımı kullanıp gidiyorum. Abbas yolcu. İki hafta kadar yokum...