AB'nin 50'nci yılı

A -
A +

Avrupa Birliği'nin kurucu belgesi niteliği taşıyan 25 Mart 1957 tarihli Roma Anlaşması'nın yıl dönümü geçtiğimiz pazar günü Berlin'de kutlandı. Ortaya çıkan deklarasyonda, "AB refahını, dışa açıklığıyla sürdürecek" denildi ki, bu "genişleme" vurgusu Türkiye ve üyelik hayali kuran bazı ülkeler için çok büyük ehemmiyet arz ediyor. Bu deklarasyonun özünde "genişleme" yatıyor yani. De... ah bir de Merkel faktörü olmasa! Hıristiyan Demokrat cephenin lideri ve Almanya'nın ilk kadın Başbakanı Angela Merkel, sık sık gündeme getirdiği teraneyi tekrarladı ve "Türkiye 50 yıl sonra bile AB üyesi olamaz" dedi. Bu ağır sözü, "Türkiye, daha yolun başında" şeklinde yorumlalamak da mümkün tabii. Onun bu anlamsız tutumu, biraz da Papa 16'ncı Benedict'in ısrarcılığından geliyor. Papa Türkiye'nin AB'ye alınmasını savunanları "kendi kimliğiyle çelişen bir yapı" içinde olmakla suçluyor ve "Avrupalı liderler delalet içindedir" diyor. Merkel, belki Papa'yı kırmamak için, belki de kendi düşüncesi de öyle olduğu için "Türkiye asla AB üyesi olamaz" diyor da başka bir şey demiyor. Aynı zamanda AB Dönem Başkanı da olan Merkel'in kafasında şekillenen Türkiye'nin "Avrupa vizyonuna uymadığı" düşüncesi, beraberinde Türkiye'nin Berlin'deki kutlamalara davet edilmemesi nezaketsizliğini de getirdi. Yazık! Bu kasıt, "Almanya'nın ayıbı" olarak geçecektir mutlaka tarihe. Geçmelidir de. Fakat, yine de eğiri oturup doğru konuşmakta fayda var. AB siyasi, sosyal ve de tabii iktisadi tarafı olan çok yönlü bir topluluk silsilesi. Bu sistemin içinde olmak isteyenlerin sisteme sinerji kazandırması lazım, en azından üye olmakla kazandığı kadar. Türkiye acaba AB üyesi olduğu zaman topluluğa bir katma değer getirecek mi? Bu soru çok önemli. Önemli çünkü, şayet herhangi bir katkısı olmayacaksa kim niye alsın Türkiye'yi?!. Türkiye neden lazım? Cevaplandırılması gereken bu sorunun bir de ikinci şıkkı var ki, o da en az birinci şık kadar mühim. Merkel ve diğerleri Türkiye için "İstemez, kalsın" derken hiç mi haklı tarafları yok? Medeniyetler ayrılığı hususunu bir kenara bırakıp bunun kritiğini iyi yapmak lazım. Bir de tabii bu adamların göremediği yahut da görüp de görmezden geldiği bazı gerçeklerin varlığı söz konusu. Onların da su yüzüne çıkarılması ve Merkel gibilerin gözüne sokulması bahis mevzuu. İnsan gecekondusuna oda ilave ederken bile bir maksatla yapar bunu. Ya evlenen oğlu içindir, ya da köyden gelen akrabası için. Durup dururken neden büyüsün ve genişlesin ki? Türkiye acaba AB'nin genişlemesi için zaruri bir faktör müdür? Bence bu sorunun cevabı kesinlikle "Evet"tir. Evet, çünkü Türkiye olmazsa AB içi boş bir balondan öte gidemez. Beni bu kadar iddialı konuşmaya sevk eden nedeni de söyleyeyim. Avrupa nüfusu hızla yaşlanıyor bir kere. Bir tarafta sosyal güvenlik sistemleri alarm verirken, diğer taraftan da işgücü açıkları büyüyor. Göçmenlere kapılarını açmaktan başka çareleri yok!.. Daha bugünden nüfuslarının yüzde 65'i 65 yaşın üzerinde. 5-10 sene sonrasını varın siz düşünün. Ayrıca, enerji kaynaklarını çeşitlendirmeleri de gerekiyor. Bu stratejiyi sonuçlandırmak için Türkiyesiz hiçbir şey yapamazlar. Türkiye öyle bir yerde duruyor ki, ABD'nin yanında yer alsa ABD, AB'nin yanında yer alsa AB avantajlı duruma geçer Ortadoğu'da. Yeter ki bir tarafa meyletmeye görsün. Şayet Türkiye ABD tarafında pozisyon alırsa çölde susuz kalan yolcudan farkı kalmaz AB'nin. AB liderlerinin Türkiye'nin üyeliğine öncelikle kendilerinin inanması ve bu konuda halklarını da usulü dairesinde ikna etmeleri gerekiyor. Bu süreçte Ankara kadar Brüksel'in de net mesajlar vermesi şart. Gelelim madalyonun öbür yüzüne. Türkiye'nin eksiklerini bir an evvel tamamlaması lazım. Vergi ve sosyal güvenlik reformunu hiç vakit kaybetmeden yapması şart bir kere. Ayrıca, çevre ve tarım mevzuu. Bunlar hiç yabana atılacak konular değil. Önceliklerini de belirlemesi gerekiyor Türkiye'nin. Tarım, sanayi, turizm ve ticarette nasıl bir yol izleyeceğini acilen tespit etmesi gerekiyor. Yol haritası olmadan yola mı çıkılır? Bu söylediklerimi siyasilerin yapması zor aslında. İktidarlar reformu sevmez. Sevmez çünkü, halkı değişime zorlamak kolay değil; her babayiğit yapamaz bunu. Onun için sivil toplum kuruluşlarının devreye girmesi ve tabiri caizse siyasileri dürtüklemeleri gerekiyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.