Ak mı, kara mı?

A -
A +

Türkiye'ye bakarken iktisadi, sosyal ve siyasi yüzüne birlikte bakmak lazım. Bütünü görmeden sonuca varmanın imkânı yok çünkü. Sırasıyla kabaca şöyle bir göz atalım bu meselelere. İktisadi konular mesela. Türkiye'nin dinamik bir yapısı var. En azından görüntü öyle. İktidar, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve iş adamları ha bire uçuyorlar, dünyanın dört bir bucağına. Maksat belli: Yeni pazar, yeni müşteri. Buluyorlar da. Fakat yetmiyor. Ya rekabet edemiyorlar, ya da talepleri karşılayacak ürün yok ellerinde. Dolayısıyla, o kadar koşuşturmanın geri dönüşümü beklenen kadar olmuyor. Sebep belli. Türk sanayi, fason üretimden ileri gidemedi. Türkiye'nin en fazla ihraç ettiği ürünlerin başında tekstil, otomotiv, demir çelik geliyor. Bunlardan elde edilen gelir, sadece işçilik geliri. Kiminin tasarımı, kiminin ana girdi malı, kiminin de ham maddesi dışarıdan geliyor. İthal yani. İşle gönder, işle gönder. Ha, bu kötü mü? Değil tabii. En azından kötünün iyisi! O da olmasa istihdam problemi baş edilemez bir hâl alırdı. Ki, sosyal patlamanın habercisidir bu. Bunların birçok nedeni var tabii. Türkiye teknoloji ve bilgi çağının çok gerisinde kaldı. Sanayide de dediğim gibi sadece fason üretime kadar çıkabildi. Nitelikli iş gücü eksik. Planlama yok ya da isabetli değil. Üniversite-sanayi iş birliği bir türlü kurulamadı. Üstüne üstlük işletmelerin girişim sermayeleri yetersiz. Verilen teşvikler çok düşük. Kâr marjları eridi. Bir de vergi oranları yüksek olunca, işletmelerin kendilerini yenilemesi imkânsız hale geldi. Sosyal meselelere gelince işler daha da karmaşıklaşıyor. Toplumun moralini yükseltici aktiviteler yok denecek kadar az. Sağlık, eğitim ve ulaşımda yapılan reform niteliğindeki iyileştirmeler bir kenara bırakılırsa; geriye fazla bir şey kalmıyor. Kültür, sanat ve şehircilik konularında yerinde sayıyor ülke. İşinden evine, evinden işine gidip gelmek bile insanları yormaya yetiyor. Siyaset ise hepten felaket. Birinin "ak" dediğine, diğerinin "kara" demesi, Türkiye'nin en eski geleneği. Geçmişte kimseye faydası olmayan bu geleneğin ısrarla sürdürülmesini anlamak imkânsız ama sürdürülüyor işte. Yeni Anayasa konusu bile "sen-ben" kavgasına dönüştü. Kürt meselesinde bir arpa boyu yol alamadı Türkiye. Aidiyetler konusunda da öyle. Azıcık "Ben buyum" diyen olsa, bir şekilde kafasına bir darbe alıyor. Bütün bunların ana nedeni ne biliyor musunuz? Sivilleşememe! Türk toplumu sivilleşemiyor bir türlü. Askerî vesayet bitse, siyasi vesayet başlıyor. Güç hep birilerinin elinde yani. Gücü eline geçiren "Ali kıran, baş kesen" oluyor. Demokrasi olmadığı için bu. Türkiye'de demokrasinin "d"si yok maalesef. Cumhuriyeti demokrasi diye dayatanların vebali çok fazla ama kimse "dediğim dedik, çaldığım düdük" tavrından taviz vermiyor. Sözün özü: Türkiye farklılığı zenginlik olarak değil de pranga olarak kullanıyor. Haliyle ortak akıl üretilemiyor. Türkiye'nin sosyal ve siyasi meseleleri aşıp ekonomiye odaklanması lazım halbuki.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.