AK Parti kapatılır mı?

A -
A +

Açılan "kapatma davası" AK Parti'nin kapatılmasına neden olacak mı acaba? Bu sorunun cevabı merakla bekleniyor tabii ama ondan da önemli bir şey var aslında; o da, kapatmanın ekonomik, sosyal ve siyasî sonuçlarının ne olacağı meselesi! Hukukî ve sosyal boyutuna şöyle bir bakalım isterseniz. Padişahlıkla yönetilen Osmanlı İmparatorluğu, geçirdiği devrim sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devleti oldu. Getirdiğini, götürdüğünü tartışacak değilim. O apayrı bir konu. Cumhuriyet rejimi, kendini korumak için her türlü tedbiri almış ve gerekli olan kanunları çıkarmıştır. Fes giymek, yasak! Üç kişinin bir araya gelip dinî kitap okuması yasak! Tekke, zaviye zaten yok. Bunları anlamak mümkün. Devrimin kendini koruması için zarurîydi bu. Cumhuriyetin; demokrasi, insan hakları gibi başka unsurları varken, salt laiklik ayağı üzerine oturtulması da öyle. Kendi mantığı içinde tutarlı şeyler bunlar fakat, her şeyin bir haddi hududu var be arkadaş. 20, bilemedin 30 senede "Genç Cumhuriyet"in kendini korku ve endişelerden kurtarması ve ülkenin geçmişi ile bağlarını yeniden pekiştirmesi gerekiyordu. Olmadı. Hadi 50 sene, diyelim. Devrimin 88'inci yılında hâlâ aynı yasaklar dayatılıyor! Niye? Cevabı verilemeyen bu soru, toplumda niza çıkarıyor ister istemez!.. Türkiye'de olan da tam bu işte. Mesele, rejimin kendini koruması durumundan çıkıp, rejimin sırtından geçinen imtiyazlı sınıfın menfaatlerini korumaya yönelik bir hâl aldı. Cumhuriyete alışan, iş, aş ve eş üçgeni içinde yaşayan sade Türk vatandaşı; 88 sene önce ihdas edilen ağır şartların hafifletilmesini istiyor artık. Çoğu da uygulanmıyor zaten bu kanunların. Kendine "laik" diyen bazı uyanıklar vatandaşı dar alana sıkıştırdı. "Laiklik gereği" deyip sağa bakana bile ceza verilsin istiyorlar. Ahali bezdi haliyle bundan. Fakat, ne yapsın?!. Kanun öyle diyor!.. Toplum bu bezginliğini "Ben bu yasaklamaları kaldıracağım" diyene oy vererek gösteriyor. 50 senedir böyle bu. Anayasa'nın kendine tanıdığı demokratik hakkını kullanıyor yani ama bir babayiğit çıkmadı henüz. Laiklik imtiyazından istifade edenlerin direncini kıran olmadı yani. Burada yargıcın yapacağı bir şey yok aslında. Görevi, kanunu uygulamak adamın. Kanun siyah diyorsa, o nasıl beyaz desin? Velev ki, mantıksız olsun! Yine de siyah diyecek ona kanun adamı. Ta ki, Anayasa'da "siyaha siyah, beyaza beyaz" diye yazana kadar sürer bu. Bu çelişki yumağı içinde bunalan vatandaşın bir an önce kurtarılması gerekiyor. Hem de onun "laiklik" ile bir problemi olmadığı, kendine "laik" diyenlerden dertli olduğunu hatırdan çıkarmadan yapmak lazım bunu. Sosyal barışın başka türlü sağlanması da mümkün görünmüyor zaten. Sözün ucunu kaçırdım ve yer bitti. Bir sonraki makalemde ekonomik ve siyasî taraflarını da ele alıp lafın kuyruğunu bağlayacağım, bekleyin.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.