İnsanın alışkanlıklarından vazgeçmesi hiç de kolay değildir, değil mi? Huy olmuş alışkanlıkları gel de bırak. Mümkün mü bu? Can çıkar da huy çıkmaz diye boşuna dememiş atalarımız. Bu, insan için öyle de şirketler için farklı mı? Toplum bile alışkanlıklar üzerine kuruyor hayatı. Türk Dil Kurumu sözlüğü şöyle tarif ediyor alışkanlığı: Bir şeye alışmış olma durumu, itiyat, huy. Huy ise, insanın yaradılış ve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat olarak ifade ediliyor aynı sözlükte. Demek ki, bir şeye alışkanlık kazanmak huyu oluyor o insanın. Tepkileri bu huya göre şekilleniyor, davranışları ona uyumlu oluyor. Türk insanına bir bakalım hele, enflasyonla cebelleştiği şu son 35 senede nasıl bir huy sahibi olmuş ve tepkileri nasıl? Önce siyasetçiden başlayalım. Çok ama çok cesur ve bir o kadar da sorumsuz bir siyasetçi profili görülüyor. Meydanlarda kasım kasım kasılanların kısm-ı umumisi böyle. 'Oy kaybederim' kaygısıyla sistemi kayıt altına alıp vergi toplamaktan hep kaçınmış bir kere. Sorumsuzluğu ise hem emsalsiz, hem de toplumların iflahını kesen cinsinden. Beslediği enflasyon canavarını pazara salarak toplamış vergiyi. Ki, esnafın çoğu telef olup gitmiş o canavarın ayakları altında. Cesaretine gelince. Sınırlı ama çok tehlikeli. Kâh Merkez Bankası'na talimat verip banknot matbaasını çalıştırmış. Kâh borç almış. Hele bir de kamu ve vakıf fonlarını sorumsuzca harcamak var ki, düşman başına!.. Bürokratların şaşkınlığı da buna eklenince işler karışmış da karışmış tabii. Kimi bürokrat, üzerine pislik sıçramasından korkup büzülmüş kalmış bir köşede. Ne akmış, ne kokmuş! Meydanı boş bulan kimileri de 'fırsat bu fırsat' deyip köşe olmanın yolunu aramış. O günün şartları içinde en muteber bürokrat da maalesef bunlar olmuş. İş adamı ise 'Kurt puslu havayı sever' misali; arsızlığın daniskasını yapmış. Ankara'dan beslenen sanayi modelinin bir parçası olup çıkmış. Para kazanmak için her yolu mubah sayıp iktidarlara kuyruk sallamış. Değmiş de! Sanayi, ticaret, verimlilik, rekabet, globalleşme.. Geç onu. Varsa yoksa "Al gülüm, ver gülüm!" Türk toplumunun özünü teşkil eden halk da nasibini almış tabii bu kokuşmuşluktan. Son 100 senesi köylülükten kurtulma mücadelesiyle geçmiş; oğlunu okutup onun devlet dairesine kapağı atmasıyla da mutlu olmuş bir ahali var orta yerde. Daha ötesi yok bu başarının. Köylü baba, bürokrat evlat! Türkiye şimdi AB kapısını zorluyor. Bu üyelik ısrarının arkasında umarım; belli kriterlere kavuşup belli bir hayat standardını yakalama isteği vardır. Şayet Türk insanı, geçmişteki kötü yönetimlerin kendisine kazandırdığı alışkanlıkla hareket ederse, vay haline. "Ankara'da yiyecek bir şey kalmadı. Şimdi de kapağı AB'ye atayım ve biraz da onların fonlarını kemireyim" diye düşünüp oraları da bize benzetmeye kalkarsa; müzakereler çok renkli geçer. Ki, seyrine doyum olmaz.