Gaziantep Müzesi'nin Tunus'tan sonra dünyanın ikinci mozaik müzesi olduğunu bilirdik hep. Antakya Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu, "Türkiye'deki en büyük ve en zengin mozaik müzesi Antakya'da, bu kesin de dünya genelinde bizdeki mi, yoksa Tunus'taki mi daha büyük o tartışılır" deyince merak edip olayı yerinde inceledim. Konuyu deşip iki güzide şehrimiz arasında mozaik savaşı çıkarmak değil maksadım. Ben, başka bir tarafından bakıyorum olaya. Antakya Müzesi gerçekten çok büyük ve içindeki mozaik sayısı da Gaziantep'ten fazla. Madem öyle, neden Gaziantep tanınırken Antakya'dan kimsenin haberi yok? Bir nesne, bir eser veya şehir. Hiç fark etmez. Tanıtımı zayıfsa, sadece yakınındakiler biliyor onun güzel olduğunu. Dışarıdaki insanların haberi bile olmuyor. Dolayısıyla o güzellikten istifade edenlerin sayısı da sınırlı kalıyor. Bunun en bariz örneği Antakya!.. O tarafı bile fazla bilinmiyor ama yine de Antakya'nın tarım ve sanayi şehri olduğu az da olsa biliniyor. Çukurova'dan sonra Türkiye'nin ikinci büyük ovası, Amik Ovası burada. Asi Nehri bu ovadan geçiyor. Da, bu yörenin turizm potansiyelinden kimsenin haberi yok kimsenin. Mahalli idarecilerin dahi yok. Halbuki, Antakya tarım ve sanayiden kazandığının belki 5 katı parayı turizmden kazanabilir aslında. Böyle de bir potansiyeli var bu şehrin. Tipik Kudüs bir kere. Üç semavi dini içinde barındıran ve bunu asırlardan beri barış içinde sağlayan sosyal bir dokuya sahip. Milattan önce de böyleymiş bu. Hazreti İsa, emniyetli olduğu için 12 havarisini bu yöreye göndermiş vakti zamanında. Onları koruyup kollayan ve onlara ev sahipliği yapan Habib-i Neccar'ın adının verildiği cami var mesela Antakya'da. Hristiyanlar için Kudüs ve Efes'ten sonra üçüncü "hacı olma yeri" olan Saint Pier Kilisesi de Antakya'da. Ermeni ve Süryani kiliseleri ve havralar yine orada. Silsile-i aliye büyüklerinden Bayezid-i Bistami Hazretleri'nin Kırıkhan ilçesindeki kabri her gün Müslüman ziyaretçilerle dolup taşıyor. Hakeza Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi. Kalesi, medresesi, kervansarayı ve camisi ile birlikte muazzam bir eser. Kendi haline terk edilmiş vaziyette bekliyor. Her türlü tesis yapılabilir aslında. Ticaret merkezi de olur, konaklama yeri de ama birisinin yapması lazım bunu. Antakya evlerinin de müstesna bir yeri var aslında Türkiye ekonomisi içinde ama bugüne kadar ilgi görmediği için çoğu yıkılma safhasına gelmiş. Bir kısmı da yok olmuş zaten. Roma'dan kalma sokakların taşları üzerine asfalt veya beton döküp bu eserleri yok eden geçmiş zihniyetin bu tarihi eserlere sahip olması elbette ki mümkün olamazdı!.. Hatay Valisi Aldülkadir Sarı geçmişin ihmalkârlığını silmek için gayret ediyor. Kolları sıvayıp Evrensel Değerleri Koruma Platformu'nu devreye sokmuş. İnanç, kültür va tarih turizmini harekete geçirip yörenin ekonomik değerlerini gündeme getirmiş. Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu da çok çalışkan ve iyi niyetli bir yönetici. Her ikisi de faydalı olmak için çırpınıyor. Sözün sonunu yemek kültürüyle bağlamak istiyorum. Antakya, Gaziantep ve Şanlıurfa başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu yemek kültürünün doğuş yeri. Ancak gastronomide de tanıtım eksikliği var.