Avrupa'da mal pahalı, emek de öyle. Türkiye'de istihdam edilen işçinin iş yerine maliyeti 500 dolar civarında. Çin'de 100, Avrupa ve Amerika gibi kalkınmış ülkelerde ise bu rakam 2 bin 500 dolar. Neden böyle, hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm şahsen. Henüz içinden çıkabilmiş değilim ama düşündüm. Bizim sanayici bir hammaddeyi elle veya makine ile işleyip satıyor. Elin oğlu da aynı şeyi yapıyor aslında ama hem ürün, hem işçilik onlarda bize göre 5 kat daha pahalı. Neden? Zurnanın 'zırt' dediği yer işte burası. Tasarrufu ödüllendiren operasyonel maliyet analizlerinin çok öne çıktığı bir dönemde bizimkiler çok çok başarılı analiz mi yapıyor da, maliyetler böyle düşüyor, yoksa bilmediğimiz başka bir şey mi var? Maliyet, bizim ülkemizde hammadde, işçilik, elektrik, enerji ve bir de makine katkı payından ibaret. Hepsi o. Elin gâvuru aşmış bu konuları. Buna ilave olarak; işin cinsine göre moda, Ar-Ge, eğitim, iletişim, tanıtım, lojistik harcamaları da giriyor içine ve haliyle maliyet kabarıyor. Hele satın alınan hukuk danışmanlığı hizmeti ile sosyal güvenlik unsurunun olmazsa olmazı sayılan sigortaya ödenen prim; özel bir yekûn tutuyor ve bunların hepsi maliyetin içine dahil ediliyor. Dolayısıyla; ürün fiyatı da, üretime katkı sağlayan emeğin bedeli de pahalanıyor. ABD'de meskenin dahi maliyetinde bu var aslında. Bir ev satın almak hiç problem değil orada ama o evin sigorta primi insanın anasını ağlatıyor. Değer mi? Aslında bütün mesele bu. Kalkınmış ülkelerin tamamı hiç tereddüt etmeden bu uygulamayı sürdürüyor ki, bu da onların kafayı yemiş olabileceği tezini çürütüp atıyor. Peki, neden? Hukuk müşavirlerine ödenen ücret ve sigorta şirketlerine verilen primler; neticede; malın, firmanın ve hepsinden önemlisi, insanın her türlü felakete ve zarara karşı korunmasını temin ediyor bir kere. Hakeza Ar-Ge. Evet, bazen bir ürüne milyonlarca, hatta milyarlarca dolar harcanıyor ama elde edilen kâr ve prestij o firmanın ömrünü uzatan en büyük amil oluyor. Rakiplere atılan farkın yanında sağlanan katma değerin boyutu, herkesin dudağını uçuklatacak bir büyüklüğe ulaşıyor. Pastayı büyütmek lazım Yukarıda sayılan hizmet sektörlerini tetikleyen bir faaliyet içine girse; elbette ki Türkiye'de de fiyatlar bugünkü seviyesinin çok üstüne çıkar belki ama sokakta dolaşan onca eğitimli işsizin iş sahibi olup sigortacılık ve hukuk danışmanlığı yapmasına ve dolayısıyla para kazanmasına da sebep olur bu uygulama. Ayrıca bu meselenin onların iş sahibi olmasıyla sınırlı olduğunu da zannetmeyin haa!. Kurulan saadet zinciri esas ondan sonra işlemeye başlıyor. Para kazanan bu insanlar, neticede bu parayı haracayacaklar tabiî. Tiyatro ve sinemaya gidip, kitap okuyacaklar. Evlenmek de bugünkü gibi problem olmayacak. Bir gencin evlenmesi demek; başta emlak sektörünün canlanması demektir. Buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi satışları da artacak şüphesiz. Hele, mobilya ve halı gibi eşyaların yanı sıra ev tekstiline, giyim kuşama yapılan harcamalar da bugünkünün çok fevkinde olacaktır. Demek ki, "hep bana, hep bana", demenin hiç kimseye bir faydası yok. Ne varsa yine üretimde ve akıllı paylaşımda var. İlk bakışta belki biraz aykırı gelebilir ama bu düşüncelere biraz kafa yormaya değmez mi? Ben değer olduğu kararına vardım. Sanayi istihdama cevap vermiyor çünkü. İşsizliği önlemek için mutlaka ama mutlaka hizmet sektörünü geliştirip büyütmek gerekiyor. Aha Amerika. Hukuk ve sigortacıların yönettiği bir ülke! Amerika bir devse, bu başarıyı hizmet sektörünün performansına borçlu. MI ACABA?!. CHP Lideri Baykal, 'Bizim DNA'mızı kimse değiştiremez' demiş... Statüko, ne zaman DNA oldu acaba? * Aceleciler bel fıtığı oluyormuş... Sakinler de kireçlenme!